- -
- 100%
- +
– Siz beni nereye götürüyorsunuz? Size ne gerek ki, niye açık açık konuşmuyorsunuz? – Kızın sesi acı çekerek çıktı. O, bu dakikalarda, perişan bir hâlde gece uyumadan, kapının yanında oturan annesini gözünün önüne getirdi. Yine ağlamak üzereydi ama, zayıf görünmemeye kendi kendine söz verdi. Bu haşereler korkak, onları sadece sertlikle yenebileceğini anladı o.
Şapkalı, sesini yine güvercin sesine benzeterek, şöyle dedi:
– Güzelim, biz seni bırakamayız. Niye mi? Sen bizim için çok kıymetli bir malsın!
– Niye, ben size şimdi bir mal olarak mı görünüyorum yani? Ne kadar aşağılayıcı.
– Sen kızma, dinle; böyle bakıldığında, sen bir mal değilsin, bir kaşık suya koyup yutulacak kadar güzel bir kızsın. Anladın mı? Senin bütün zenginliğin işte böyle bir kız oluşunda. Biz seni çaldık. Ama çaldığın bir şeyi bizde boşuna geri gönderme âdeti yoktur…
– Para gerek yani? – Gülşan istihzalı bir şekilde ima etti.
– Doğru, güzelim, bize para gerek. Bu yüzden de, şimdi sen bizim elimize geçen bir malsın, anladın mı?
– Anlamayan nerde, elbette, anladım. On beş bin mi gerek?
– Tam tamına on beş bin hum. Ondan sonra sen bizi kendi polisinle Ufa’da gündüz mum yakıp arasan bile bulamazsın.
– Şimdikiler bulur…
– Bulurlar, ama onlar biz değiliz. Yani, sen ilk ve son kaçırdığımız kız değilsin. Geçenlerde de bir mağazada çalışan bir kadını kaçırmıştık. Boşuna oldu. – O, sessizce güldü. Nedense bu kez peltek kenara döndü.
– Şef onu aklıma geti-meyin şimdi!
Şapkalı keyiflenip güldü; o, çaldığı “mal”la böyle sakin bir şekilde sohbet etmeyi seviyordu. Sakinliğin ona güven verdiğini de anlamak zor değil, ama sinirlenmesi de çok sürmez.
– Satıcı kadın içkici çıktı, – diye devam etti konuya şapkalı, – işte bu aslanla, – o, pelteği işaret edip gösterdi, – gece boyu aşk tazeleyip birlikte yattılar. Kocasına telefon etmiştik, o da sevindi. “Ne parası size, kurtardığınız için teşekkürler, uzun tutun.” dedi. Öyle biri bize değil, bıçağıma gerek. Yoksa… Senin baban da böyle vazgeçer mi ha?
Gülşan konuşmadı.
– Yook, sen farklı bir malsın, güzelsin! Sen iyi davarsın. Senin için profesör baban parasını esirgemeyecek. Biz de ahmak değiliz, ardından bir hafta takip ettik. Şansımıza yağmur yağdı, şansımıza kendin avlandın. Bu sadece. İşte, güzelim, her şeyi açık açık söyleyiverdim. Baban bize on beş bin, biz ona kızını. Kız olarak geri göndeririz.
Düşünen Gülşan:
– Ama benim babam evde yok, – deyiverdi. Şapkalı şaşırmadı:
– Evde yoksa da döner. Mal da beslendiği yere döner. Bizim için annen de olur. Elinde para yoksa bile birisinden borç alır. Alışverişe yarından itibaren başlıyoruz. Eğer her şey doğru, centilmence yapılırsa, her şey olur okey!
Gülşan korkarak sordu:
– E, e… para vermezlerse…
– Vermezlerse mi, – şapkalının sesi birden soğuk, üşütücü yankılandı. Vermezlerse de kaygılanmak gerekmiyor. Senin gibi güzelleri yatırıp keyfine bakarsın, masrafını çıkarırsın. Ufa büyük, Ufa’da kızlar bitmedi. Sen ilki de sonuncusu da değilsin. Eli titreyen ana baba bulunur, güzelim! İşte geldik… Gülşan’ın son sözlerden sonra vücudu bir sıcak bir soğuk oldu. Bu adam oldukça yumuşak konuşmaya çalışıyor. İçi dolu kurt. Hepsi katil. Hareket ediyorlar sadece. Kızcağız diğer tarafa dönüp bakmak istedi ama ona fırsat vermediler. Arabanın tepesini takırdatarak hâlâ yağmur yağıyor. Kırık pencereden yaprak kokusu yayıldı. Demek ki, onlar bir orman yoluna geldiler. Burada onun gözünü bir çaput ile bağlamaya çalıştılar, yapamayınca, başına naylon bir poşet geçirdiler. Elini de bağlamak istediler, ip bulamadılar.
– Madonna, uyarıyoruz, rezidansa geldik. Eğer direnirsen…
Kendi aralarında bir şeyler konuştular, peltek ile Vadik, Gülşan’ı iki tarafından tutarak, dar, toprak bir yoldan sürüklediler. Onların arkasından şapkalı gelmedi, çok geçmedi, araba fazla ses çıkarmadan hareket edip gitti. Demek, bu ormanın içinde onların üçü kaldı. Bu iki haşereden sakınmak gerek. Merhametleri yok. Gülşan’ın bütün vücudu korkudan titriyordu. İlişmeye çalışırlar mı ki?
Biraz yürüdükten sonra, yavaşça, ses çıkararak küçük bir kapı açıldı. Şimdi onu, birinin yazlığına ya da bağ evine getirdiklerini anladı kız. Buradan nasıl kaçmalı? Ama o, tam düşünürken, peltek sessizce gidip kapıyı açtı. O girince, onun başından naylonu çıkardılar. O, duvara tutunarak, içeriye girmeye mecbur oldu. İri keresteden yapılan sağlam bir evdi bu. İçi kuru, sıcak, tozlu; eski kumaş kokusu duyuluyor.
İki delikanlı kendi aralarında sessizce konuşuyor:
– Vadim, sen burada akşam bir içki buldun değil mi?
Diğeri samimiyetle cevap veriyor:
– Korkma, moruk, reçelden mayalanan bir şişe bal45 gözüme çarpmıştı. Şimdi bunu indiririz ve içeriz.
Gülşan birden başını vurdu. Gözüne ateş görünmüş gibi oldu. Şak diye orada yanındaki seki gibi bir şeye çöktü.
– Ne oldu? – diye sordu Vadim.
– Başımı vurdum… Of!… – O, yine ağlamaya başladı. Peltek kibrit çıkardı, kibriti yanınca, mutfak gibi küçük bir odada oturduklarını anladı Gülşan. O anda, yakında olan uzun saplı bir bıçak gözüne ilişir gibi oldu.
– Yakma, gizli bir faaliyet!… – diye fısıldadı Vadim yoldaşına. – Başını çarptıysa, biraz daha terbiyeli olur madonna. – Hâlâ ısırılan eli için hesap sormak istiyordu. O, bir şeyleri çatır çutur düşürerek yaklaşıyordu, peltek önüne geçti:
– Acele etme, önce o şişeyi bulalım şimdi!
Gülşan ağlamayı hemen kesti. Bunlardan merhamet beklenmez. O, dikkatlice yoklayarak önce uzun saplı bıçağı eline geçirdi. Az olsa da gönlüne bir sıcaklık gelir gibi oldu. Lahana kesmek için bıçak çıktı. Ağır, uzunluğu yarım metre kadar vardır.
Vadim, sonunda, onu karanlıkta sol elinden yakaladı ve kendine çekti. Ne yapsa da bıçağı fark ettirmese, kız sabretmeye başladı.
– Şimdi, güzel, madonna, biz seni çatı katına götürürüz. Böyle daha kolay olur. Yoksa, burada sen bizim şarap içmemize engel olursun.
Peltek biraz güldü.
– Vadim, belki onun da içesi geliyordur?..
– Hey, moruk, hepsini de o satıcıyla bir tutma. Hi-hi!… Ya, sizin aşkınız vahim oldu! Kaç gece uyutmadınız, ha-ha-ha!..
– Tamam, öyle ağzını ayı-masana. Çok tatlı bir kadındı o.
– O zamanlar, zor kurtardın kendini. Bir deri bir kemik kalmıştın…
Vadim deneni karanlıkta yine Gülşan’ın göğsünü yokladı, kız sessizce o haşerenin elini kenara itti, bunu kendince anlayan yiğit, memnun olup, Gülşan’ı merdivenlerden yukarı çıkardı. O, hâlâ onun kalçasını, baldırlarını okşuyordu, bu sefer de dişlerini sıkıp sabretti kızcağız. Ne olursa olsun bıçağı kendisiyle alıp girmesi gerek. Kader ne kadar acımasız, yani ne kadar çok sınava mecbur etti, haşereler dünyasına denk geldi. Gözlerinin önüne yine kaldırımda yatan İlğuca’sı geldi.
Sıcak odaya girince, kapının yanında sessizce durup biraz sakinleşti. Diğerleri yokken çabucak üstündeki gömleğini çıkarıp sıktı. Ondan sonra yeniden giymeden önce, uzun uzun onu kokladı. İlğuca’sının ter kokusu sinmişti gömleğe.
Sekizinci bölüm, yani olaylar derinleştikçe derinleşiyor
Arıslan Rehmetulloviç yorulup dönmüştü, yüzü beyazlamıştı. Keyfi yok. Ayrıca kalın kaşları da aşağı düşmüş. Perişan bir hâlde onu bekleyen Feyrüze’si konuşmamayı daha hayırlı buldu. Onun Arıslan’ına böyle bir durum seyrek olur. Herhâlde, Feyrüze Hesenovna şöyle tahmin ediyor: Bir asistanı doktora tezini sunduğunda haksızlığa uğrayıp, çeşitli eksiklikler bulup geçirmezlerse ya da “reddederlerse” veya ameliyat sırasında elinde birisi ölürse ya da hastayı kurtaramazsa, tabi hayat çok merhametsiz, pek çok şey oluyor. Arınbasarov böyle anlarda durumu çok ağır geçiriyor. O, depresyona giriyor: Konuşmuyor, yemek yemiyor, içmiyor, hatta insanlarla bir arada olmaktan kaçıyor. Sigara içmeye başlıyor. Eli işe varmıyor. Ne yapacaksın, çok namuslu, hassas biri bu Arıslan Rehmetulloviç.
Şimdi de o, yüzü asık bir hâlde salona geçti. Ceketini çıkarıp, sandalyenin arkasına taktı. Karısına dönüp bakmaya gücü yetmeyince, çantasını açtı ve tomar tomar paraları masaya fırlatmaya başladı. Ondan sonra da divana gidip yattı.
Her şeyi anlayan, ona bakıp duran Feyrüze ağlamaya başladı. Demek o biliyor. Arayıp bulmuşlar alçaklar.
– Affet beni, Arıslan bağışla!… Kızımıza akşam çıkması için izin vermiştim. Sinemaya gitmek için sözleşmişler de.
Neye, neye, Arınbasarov karısının ağlamasına dayanamıyor. Genellikle, kadınların kızların gözlerinde yaş görse gevşiyor. Şimdi de yattığı yerden kalktı ve Feyrüze’sinin omuzlarına sarıldı.
– Bağışla beni, Feyrüze… Belki, sen de suçlu değilsindir. O çocuk; kafeste yaşayan bir kuş değil. Bugün olmasa, bu durum yarın olurdu. Ben, ben suçluyum. Profesör, ünlü biri, parası da çok olmalı. Hadi onun kızını kaçıralım… öyle mi?
– Sağ salim olsun da çocuğumuz…
Ondan sonra Arıslan Rehmetulloviç Üçüncü Şehir Hastanesine gidişiyle ilgili konuşmaya başladı.
– …Delikanlıyı, kötü çiğnemişler, – dedi o, acı acı iç çekerek. Gözlerinde derin bir nefret parlıyordu. – Serseriler, ele geçecek onlar nasıl olsa. Ben polise de gittim. Bakanla da konuştum. Yardım ederiz dediler. E, o delikanlı, İlğuca, ben onu biliyorum, bizim öğrenci, çok iyi bir delikanlı, iyi de okuyor, konferansları dikkatle dinliyor. Her şeyi eksiksiz anlattı. Gülşan’ı kurtarayım derken arabanın altında kalmış.
Feyrüze biraz sakinleşti.
– O paraları… verecek miyiz yani?
Arınbasarov elini salladı:
– İş parada değil, karıcığım, kızımız sağ salim olsun. Ya, sen o tomarları naylon torbaya koysana. Tam on beş bin! Bizim mahalle çevrildi, tam gözetim altında olacak. Telefon da dinlenecek. Bütün polis noktalarına söylendi. Tek işte… Sadece bir şey… – Profesör elini salladı.
– Ne, Arıslan söyle. O yiğidin işi çok mu kötü yoksa?
– İlğuca yaşayacak, başını üç yerinden diktim. Kolunu alçıya aldık. Genç beden üstesinden gelecek. Orada, şimdi delikanlının yanından ayrılmıyorlar, herkesi de tembihledim. Zavallı sabi, beni görünce gerçek gözyaşları ile ağlamaya başladı. Yetiştirme yurdunda büyümüş bir delikanlı o, uzakta olan ağabeyinden başka kimsesi de yok. Ben de duygulandım. Çamaşır ipiyle sıkıca bağlamışlar delikanlıyı… O serserileri biraz hatırlıyor. Sadece işte…
– Ne? – Karısı birden dikkat kesildi, bunu gören Arınbasarov konuyu başka bir şekilde sonlandırdı.
– Okulu kalıyor işte…
Kocasına bu kez şaşırarak hatta biraz da öfkelenerek bakan Feyrüze birden dönüp mutfağa gitti ve kendi davranışını uygun bulmadığı için hemen tekrar göründü. Gözleri endişe doluydu.
– Niye ki… ama bu?
Arınbasarov Feyrüze’sine üzüldü. Gülümsemeye çalıştı ama olmadı, yine de karısının omzuna hafifçe dokunmayı unutmadı.
– Haber bütün hastaneye yayılmış. Hatta… – Söylesem mi söylemesem mi der gibi, profesör tutulup kaldı. Karısı sabırsızlandığını belli etti.
– Niye… hatta? Bugün ben seni anlamıyorum ki, yoksa…
Arınbasarov karısını böyle bir günde hiç incitmek istemiyordu, bunun için daha sakin olmaya çalışarak cevapladı.
– Telefonda bulup, hem de kim, Kaznabayev, hiç beklenmedik bir şekilde hâlimi sordu. Sesi nasıl peki… Kutluyorum, deyip kapattı ahizeyi… Ahmak! Üzüntü için kutlamak…
– Eyvah! – Feyrüze heyecanlandı. – Kaznabayev kutladıysa, seni halk milletvekilliğine aday olarak seçtiklerindendir… Kendisi geçememiş ya.
Arınbasarov birden şaşırdı kaldı:
– Kimi? Beni mi göstermişler yani?
– Sen duymadın mı?
– Yok. Ben ameliyattan çıktım ve bankaya koştum.
– Hemen hemen bütün salon sana oy vermiş. Parti Komitesi ve STK da başhekimi desteklemeye çalışmış. Ama olmamış. Eve telefon edip söylediler hepsini eksiksiz olarak.
Arınbasarov başını iki elinin arasına alıp, şaşkın şaşkın salonun ortasında durdu kaldı.
– Ya, bu benim neme gerek? Söyledim hepsine de… Ben miymişim yani şimdi halk milletvekili olacak kişi! Adam maskarası. Bir bu kalmıştı. Başka kaygılar bitmişti. Bir toplantılarında oturup çıkana kadar kaç kişiyi kurtarırım…
Feyrüze Hesenovna, önlüğünün eteğine elini silip, mutfaktan çıktı.
– Niye, yoksa boynuzlu biri milletvekili olur mu diyorsun yani? Bir nüfuzun var, seni seviyorlar, senin gibi profesörler yerde devrilmiş yatmıyor, Arıslan. Parlamentoda artık ne kadar çok mesele ortaya çıkıyor.
– Niye sen de mi böyle düşünüyorsun?
– Demek istediğim kim isterse olsun.
– Yani, işte Kaznabayev her gün milletvekilliğini rüyasında görüyor. Niye ona vermiyorlar? Belki ondan daha yetenekli bir milletvekili de yoktur. Doğru söylüyorum ben.
– Ama Arıslan, galiba, arkadaşlarınız farklı düşünüyor. Şimdi demokrasi var, herkes bu haktan faydalanarak, namuslu, çalışkan, yetenekli, nüfuzlu birini seçmeye çalışıyor. Bu alışıldık bir durum. Sadece şu, Kaznabayev yüzünden bir düşmanın daha oluyor.
– O bakımdan rahat ol. Biz önceleri de başhekimle kucaklaşıp durmuyorduk. Vazgeçerim, boşuna endişelenmesin Kaznabayev.
– Nasıl vazgececeksin? Topluluğuna hakaret etmek olur o! Düşün sen bir kere!…
Telefon çaldı. Konu kapandı. Arıslan Rehmetulloviç derin bir nefes aldı ve telefona geldi.
– O serseriler ise, parayı gelip şimdi alın, diyeceğim. Ama nasıl vermek gerekir ki? Bu sözlerle… o, ahizeyi kaldırdı, ama telefonun diğer tarafındaki içişleri bakanıydı.
– İyi günler… Evet, burada eşimle tir tir titreyerek oturuyoruz. Evet çocuk, o serserilerden her şey beklenir. Sağ salim olsun da… Parayı mı? Aldım. Burada poşete koyup hazırladık. Sorma; beklenmedik bir anda belaya rastladı. Hım… evet, teşekkürler. Tamam…
Arınbasarov ahizeyi kapatınca, uzun bir süre düşünerek dikildi.
– Televizyondan kameraman çağırttık, diyor. Uzaktan çekim yapabilecek bir kamera ile. Şaşırma karşılaşırsan, diyor.
…Karanlık olana kadar, “Baykuş” lakaplı serseri telefon etmedi. Yoksa korktular mı? Polis memurunu görüp şüphelendiler mi acaba? Öyle desen, ama hepsinin sivil giysi giymeleri gerekiyordu. Profesyoneldir onlar.
Çekinerek kapıyı çaldılar.
– Niye, ışık yok mu yoksa? –diyerek Arınbasarov elektrik düğmesine bastı, lamba yanınca, şaşırarak kapıya yöneldi. Zil çalışmıyor mu ne?
– Çalışıyorsa…
Kapıda bu kez bir kadın duruyordu.
– Size bu mektubu vermemizi rica ettiler. Biz utanıyoruz, diyorlar. Kızınız var mı? – Tanıdık olmayan kadın şaşkınlıkla başını salladı.
– Delikanlılar da korkak artık. Ayrıca üç hum verdiler. Bu sözlerle o inip gitti.
Zarfın dışına, gündüzki yazı vardı. Yazıyı aceleyle çekip çıkardı Arınbasarov. “Evinizin önüne yakın olan metruk garaja hemen paranızı getirin. Orada köşede, bir kutu olacak, onun arkasına koyun. Operasyon sağ salim geçerse, iki saate kadar kızınız evde olur. Ama eğri ayakları gönderirseniz, kızınızı bundan sonra hiçbir zaman göremezsiniz. Baykuş.”
İkilemde kalan Arınbasarov ne yapacağını bilemedi.
– Hilekârlar, – demekten öteye gidemedi. Bu anda Feyrüze’si de giyinmeye başladı.
– Sen nereye?
– Seni tek başına göndermem!
– Çıkar, karıcığım, ben şimdi döner gelirim.
– Hayır, ben de çıkıyorum. Kenardan da olsa bakarım…
– Yani, ne yazdıklarını okudun. Şahit gerekmiyor demişler ya.
Arınbasarov poşete konulmuş olan parayı gazeteye sardı ve onu koltuğunun altına kıstırıp çıktı. Ondan sonra girdi.
– Karıcığım, sen burada bu telefonla ara ve yazıyı oku hemen. İşi bozmasınlar.
…Feyrüze Hesenovna, perişan bir hâlde, dakikaları saydı. Kocası dönmüyor da dönmüyor. Yarım saat geçti. İşte telefon çaldı. Feyrüze Hesenovna acele ederek ahizeyi kaldırdı.
– Arıslan, neden uzun süredir gelmiyorsun? İyi misin?
Ancak, ahizede gülen yabancı bir ses duyup, sıçradı.
– Baykuş ben, hayırlı akşamlar hanım! Kocanıza söyleyin, gerçek bir centilmenmiş! Parayı aldık. Şu anda biz uzaktayız artık. İki saate kadar göz nurunuz kapınızı çalar. Bu sözlerden sonra ahizede ses gitti. Dıt-dıt-dıt…
Feyrüze Hesenovna sabredemeyip kapıyı açsa ne görsün, kocası komşuları Meğefür ile sigara içiyormuş. İçi rahatladı.
– Şimdi geliyorum karıcığım, – dedi Arıslan, heyecanlı olduğunu belli etmemeye çalışarak. Burada Meğefür bir anekdot anlatıyor. İç katılırcasına gülünecek…
– Kimde neyin kaygısı… – bu kez Feyrüze kocasına öfkesini saklamadı, hemen dönüp, salona girdi.
Dokuzuncu bölüm, yani başhekimin aklında iyi bir düşünce doğuyor
Hastanedeki genel toplantıdan sonra başhekim Kaznabayev, moralsiz bir hâlde odasına girdi. Dışardan belli etmemeye çalıştı. Ama içinde bir ateş yanıyordu. Sadece yanıyor mu, gürüldüyor.
– Akıllım, ben hiç kimseyi kabul etmeyeceğim, – dedi Roza’ya ve kaplanmış kara kapının ardına girip yok oldu. İlk önce sürahiden su koyup içti. Sakinleşemeyince odada bir baştan öbür başa kadar yürümeye başladı. Baksana topluluk onu değil, yöneticiliğe hiç katkısı olmayan Arınbasarov’u halk milletvekilliğine aday olarak gösterdi. Diğeri de kuyruk sallıyor. Güya, biri çağırtmışmış. Kalkıp, bütün halkın önünde vazgeçiyor bir de. Göz boyaması da başka bir olay. Hepsi oyun. Görünüyor işte, önceden konuşup söz birliği etmişler. İşte Nasirov dedikleri nasıl da şakıyor. Güya, Arıslan Rehmetulloviç gibi namuslu, nüfuzlu başka biri yokmuş. Beceriksiz, ona az mı yardım etti, isteyince, yarım maaşlık ek bir iş de buluverdi. Ömür boyu paraya doymaz, mahluk. Her şeye atlıyor da atlıyor. Tamam, pişman olacağı günler ileride! Kim halk milletvekilliğine geçecek, onu da bakıp görecekler. Arınbasarov’un da Allah olmadığını iyi biliyor Kaznabayev. Bundan bir ay önce ameliyat masasında kim ölmüştü ya? Şey, şey… Geyniyar Geynulloviç aklına bir türlü getiremedi. O, hızlı hızlı yürüyüp zile bastı.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
1
İrik Kinyebulatov, Dinis Büläkov 50 Yäş, Başqŭrtŭstan Resbublikahı Yaźıwsılar Soyuzu, Başqŭrtŭstan, 1994, s. 3.
2
M. Geynullin, Ğ. Höseyinov, Sovyet Başqŭrtŭstan Yaźıwsıları, Ǚfǚ, 1988, s. 83.
3
Kinyebulatov, age., s. 3.
4
Geynullin, vd., age., s. 83.
5
Kinyebulatov, age., s. 3.
6
Geynullin, vd., age., s. 83.
7
Kinyebulatov, age. s. 4.
8
Kinyebulatov, age. s. 4.
9
Küzbekov, age., s. 216.
10
Konuyu, romana göre daha kısa ve sade anlatan edebî tür.
11
Kinyebulatov, age. s. 4.
12
Bulat Rafikov, “Awılımdıŋ Aq Ǚyźärǐ”, Ğümǐr Bǐr Gǐnä, Ǚfǚ, 1994, s. 7.
13
Kinyebulatov, age., s. 4.
14
Rafikov, agm, s. 5.
15
Kinyebulatov, age., s. 10.
16
www. bashkortostan450.ru/celebrities/writers/bulyakovbashedu.ru. (Erişim tarihi 13.8.2010)
17
Zinnur Nurğelin, “Awılımdıŋ Aq Ǚyźärǐ”, Dinis Büläkov Xakında İśtälǐktär, Ǚfǚ, 2007, s. 83.
18
Robert Bayımov, “İlhamlı Ğümǐr”, Dinis Büläkov Xakında İśtälǐktär, Ǚfǚ, 2007, s. 175.
19
Fenil Küzbekov, “Ğümǐrkäyźär Bǐr Gǐnä …”, Dinis Büläkov Xakında İśtälǐktär, Ǚfǚ, 2007, s. 208.
20
Küzbekov, agm., s. 208.
21
Ravil Bikbayev, “Yaqtı Dǔnyalarźan Kitmäyäsäk…”, Dinis Büläkov Xakında İśtälǐktär, Ǚfǚ, 2007, s. 11.
22
Bayımov, agm., s. 174.
23
Bayımov, agvm., s. 176.
24
Bayımov, agm., s. 178.
25
Kinyebulatov, age., s. 5.
26
R. Bayımov, vd, Yǐgǐrmǐnsǐ Bıwat Başqŭrt Äźäbiyätǐ, Ǚfǚ, 2003, s. 547-548.
27
Esret Mirzahitov, “Kiläsäk Xätǐrźä Tamırlana”, Ağiźǐl, 1994, s. 5-6.
28
Dinis Bülekov, Ğümǐr Bǐr Gǐnä, Zeynep Biişeva İsǐmǐndägǐ Kitap Näşriyätǐ, Ǚfǚ, 2011, s.2.
29
Küzbekov, agm., s. 207.
30
Gereyeva, agm., s. 192-194.
31
Ehyer Hekim, “Yäşäw Yämǐn Raślavsı Äśär”, Ğümǐr Bǐr Gǐnä, Ǚfǚ, 1994. s. 620.
32
Bikbayev, agm., s. 10-11.
33
Nehir boyunca olan çalılık, ağaçlık.
34
Bir tür çatı kaplaması.
35
Burada paranın değeri 90’lı yıllara göredir. (Yazarın notu)
36
Başkurdistan’ın para birimi.
37
İlkbaharda kutlanan geleneksel bir bayram.
38
Zirai işlerin yapılması adına sosyalist esaslar çerçevesinde kurulan devlet çiftliklerinde yaşayan kişi.
39
Sovyetler Birliği’nin son döneminde ülkede bilhassa ekomomik sorunlara son vermek amacıyla uygulanmış politika; açıklık politikası.
40
Sovyetler Birliği’nde ziraat için kurulan büyük çiftlikler.
41
Kereste kesmekte kullanılan bir alet.
42
Bir tür bitki.
43
Bir tür bitki.
44
Her iki tarafına kova takarak suyu omuzda taşımak için kullanılan ağaç.
45
Bir tür içki.