- -
- 100%
- +
“Başka yetişkin erkek yok mu?”
Nene yine lafa atlıyor, “Yoh yavrum! Coluh cocuh, garılar, bir de deli Mamomuz var… Hele yeyin hele!” patates, soğan ve yumurtayla hazırladığı piyazı çinko kapta önümüze bırakıyor. Yediğim her şey kendi kokusuna ek olarak bir de koyun kokuyor yine.
Muhtar ters ters bakıyor Nene’ye, “Şu adama deli diye diye deli ettiniz,” çay tabağında duran kalın tuzdan bir tutam alıp piyaza serpiyor, “Gendimize zor sahap çıhıyoh, elden ne gelirse.” Kardeşlikleri didişmekle eğlenceye dönüşmüş belli ki.
Teneke kaşığı piyaza daldırıyorum, tuz taneleri dişlerimin arasında çatırdayıp ekşi ekşi yayılıyor damağıma, “Her yer birbirinin aynı Nene, kaybımız çok olsa da devletin eli kuvvetli, bak bizi size gönderdi işte…” diyorum, sonra patavatsızlık ettiğimi düşünerek kızarıyorum. Muhtarın iş gören bedeni yaşına rağmen kuvvetini kaybetmemiş görünüyor. Az önce elimi biraz daha sıksaydı kemiklerimi çatırdatacağına eminim.
O da bozuluyor sanki biraz lafıma, “Yemeği bitirek, eğer toparladıysan ohula giderik,” sesinde, bende iş var, der gibi bir iğneleme seziyorum, “Goyü de olduğu gadar gezerik. Vahit bol nasıl olsa. Sana galacah yer olarak goy odasını ayarladıh. Orası daha golay, ohulun binası tek oda, hazırlığı da yoh. Hem ohulun dibinde sayılır. Yine de bir başıma şimdi zor olur den, o zamanı başımızın üstünde yerin var. İstediğin zamana gadar misafirsin.”
Gönlünü alır bir ses tonuyla cevap veriyorum, “Kırgınlığım var biraz. Ama gidelim. Size de yük olmak istemem, mümkünse hemen yerleşeyim, hem hızlıca alışmam lazım. Öteberiyi nereden bulurum?”
“Bulacaan bir şey yoh, her şeyi biz hallettik. Yemek ve temizliği Nuriye’yle bizim gız halledecek!”
Kız kelimesi içimde bir yerlere dokunuyor. Aklımdan tamamen çıkmış karşı cins. Tabii ki burada da varlar her yerde oldukları gibi. Heyecanımı gizlemek için itiraz edecek oluyorum, muhtar fırsat vermeden devam ediyor, “Alışana gadar.”
Okul
Geldiğim güne göre hava yumuşak. Güneş kendini iyi göstermiş. Kapının önünde uzanan tünelin üstü çökmüş bile. Kuvvetli gün ışığı vurduğu yerleri ısıtıyor. Meydan göz alıcı dev bir kristal gibi parlıyor. Ama diğer tarafa geçip de tünelin koruyuculuğu kalktığında poyrazın sertliğini biraz hissediyorum. Açık alanda güneşin etkisini tamamen kaybedeceğini anlatıyor bu sertlik. Meydanın ortasına varmadan Games dibimizde bitiyor. Mılley’in dediği gibi, beni hatırlıyor. Neşeli bir şekilde çevremizde dönüyor. Gidiş yolumuzda önümüze fırlayıp tekrar dönüyor. Köyün canlandığı da çeşitli yerlerinden gelen köpek havlamaları ve anlaşılmaz insan bağrışmalarından anlaşılıyor. Ara sırada farklı tonlarda ıslık sesleri duyuluyor.
Games kontrollü bir uzaklıkta sürekli bizi kolluyor.
“Islıklar haberleşmek için mi?”
“He, her goşeye yalınız gidiyoh, heber ıslıhla gelir. Çoh dinlersen sen de anlan. Kimin ne ettiğini, coluh cocuh, herkes bekçilik ediyor.”
Muhtar ıslıkları dinliyor bir süre, göstermek ister gibi. Sonra, tonları değişen birkaç ıslıkla mesajı cevaplıyor. Dikkat edince haberleşme ağının yetkinliğini fark ediyorum. Cevaplar her yönden geliyor, “Asayiş berkemal mi dediler şimdi?”
Alaycı bir şekilde gülümsüyor, “Asayiş berkemal olmayınca ıslığı bilmeyen de anlar, Games bile anlar, gegliğe çıhılacah.” İsmi zikredilince hemen yanımıza süzülüyor hayvan. Gözlerimin içine bakıyor, evet ben de anlarım, der gibi.
Bu defa güven veriyor, başını okuşuyorum, “Keklik mi avlayacaksınız?”
Muhtar keyifleniyor, “Bah tanıdı seni artıh. Ahali endişe etmesin diye öyle, aha çeşmenin ordan öteye iz sürecik, evvelsi gece geline saldıran hayvanları takip edecik. Goye o sebeplen geglik diyoh.”
“Kurt avlayacaksınız yani?”
“Yoh, nerde avlayacaz? Usta yoh, silah yoh ama gurtlar ahıllı hayvan. Galabalıhla peşlerinden gidersek huzurları gaçar. Uzah dururlar. Govalandıhlarını bilirler.”
Bunun üzerine cesaretleniyorum, “Ben de geleyim o zaman,”
“Hastasın dinlen sen, daha eyi.”
Serde erkeklik var, yapılacak işin bir tehlikesi de yok. “Geleyim, iyi gelir. Yürümüş olurum hem de biraz çevreyi tanırım.”
“Pehâlâ, sen bilin, öğlene çıharıh. Fazla gayım geyinme, gene terlen. Çabucah gedip dönerik zati.”
Okulun bulunduğu bölgeye bazı yerlerde bel boyunda yarı kanal yarı tünel bir geçitten geçiyoruz. Okul binasının etrafındaki tüm kar yeni kürenmiş belli. Az ötede bir de kerpiç bina var. Köy odası orasıymış. “Galacaan yer aha orası, gendin gelin sora,” diyor, geçiyoruz. Birkaç geçit, okulu ve odayı köydeki diğer bölgelere bağlıyor. Okula yöneliyoruz önce.
Yığma beton bina suyla yıkanmış gibi parlıyor yeni sıvasından. Köy evleri ve odası taş devrinden kalma, bina ise yüzyılımıza ait, burayı köylü inşa etmemiş. Beton kullanacaklarını sanmam. Yine de betona göre duvarları fazlasıyla kalın. Soğuğa karşı özellikle kalın tutulmuş ya da bilememişler. Çok yıpranmamış bu bina. Hazırlığı yok derken, kastının yakacak odun olduğunu düşünüyorum bu sebeple. Kilitli değil, kapıyı yerinde tutan urganı bir şeyler mırıldanarak açıyor Muhtar.
Muhtar açıkça takdir bekleyerek sağı solu ellerken, öğretmene ayrılmış odaya doğru yürüyorum. Sınıf olduğunu düşündüğüm odanın kanatlı kapısını iteklememle arkada bir patırtı kopuyor, peşinden de muhtarın yaygarası, “Gızım bahsana arhana, onüne!”
Kapının arkasında o anda temizlik yapmakta olan genç bir kız bu patırtıya neden olan. Birden karşısında beni görünce elindeki kovayı atıp çığlığı basıyor. Arkamdan koşturan Muhtar’ın fırçalamasıyla kıpkırmızı kesiliyor, ben daha yüzünü göremeden, yazmasının ucunu ağzına kapatıp yere dökülen köpüklü suyu silme işine girişiyor. Su birikintisinin ince kenarlarının hızla donmaya başladığı görülüyor.
“Bu bizim gelin. Sen gelmeden yetiştirecedi temizliği, gerçi gışın peh de iş yoh ama ceneze tüm işlerimizi ahsattı…” kız dediği geliniymiş meğer. Moralim bozuluyor buna. Bu sebeple üzerinde fazla durmuyorum. Tanımam gereken bir kişi değil.
“Bunlara gerek yoktu. Benim işim ne ki? Yavaş yavaş hallederdim bunları, oyalanmış olurdum.”
“Sen çocuhlarla oyalan. Bir aydır Hafize Hanım’la ders yapıyorlar. Çocuhlara ne öğrettiğini bile bilmiyoh.”
“O kim?”
“Goyün yaşlısı. Ehtiyar heyetinin tek gadını. Ballı goyü varmış, oradan gelmişler, gocasıynan” köye dair başka bir açıklama yapmıyor ama komşu köylerden biri olmadığı anlaşılıyor anlatım tarzından, beklemediğim bir açıklama işine girişiyor, “Seneler evvel. Oralılar mı bilmek, kimse sormadı onlar da anlatmadı. Ohumuş bir hanımla beyiydi. Bir sebepten goyden gaçmışlar. Beyini gasabada jenderme götürdü sonradan. Biz eskeredir dedik. Peşine göndermedi kimseyi. O zaman ganun gaçağı olduğunu anladıh. Gadının bir meselesi yohmuş, ona dohanmadı kimse. Dört sene sonra sade bir mektup gelmiş. Ondan mıydı bilmek. Bi o vahıt ağlarkene gördük. Hafize’nin kimi kimsesi galmamış bir yerde. Öyle dedi. Kimse sormadı soruşturmadı. Öylece burada galdı. Bilgin gadındır. Erkek gibi çalışır, ehtiyar heyetinden fazla eş yapar,” keyiflenmişti bunu söylerken, “Neyse sen sağa sola bir bah. Ehsiği gediği belirle, oradan odaya geçip istirahat eden. Mılley, Games’le birlikte ekindiye doğru gelir, çeşmeye bereber gelirsiniz.”
“Gekliğe?”
Şakamı anlayıp keyifleniyor, “He, gekliğe!”
Muhtar ayrılınca etrafı kolaçan ediyorum. Taze kireç ve arap sabunu karşımı koku her yanı sarmış okulda. Bir öğretmen odası ve bir sınıftan müteşekkil binada, odaları birbirinden ayıran sofanın tam ortasına dev bir soba kurulmuş, her iki tarafı da aynı anda ısıtmak için. Hayatımda gördüğüm en büyük soba. Tenekeden silindir adeta dev bir kazana benziyor. İçine yetişkin bir insan rahatlıkla sığar. Yakılmış ve sönmeye yüz tutmuş. Evdeki gibi bir sıcaklık yok ama içerisi normal kıyafetlerle oturulabilecek kadar sıcak. Öğretmen masası sobaya sırtını verecek şekilde yerleştirilmiş. Tabi bu sırtını pencereye veren en arkadaki öğrencinin donması demek.
Tüm bina yeni elden geçirilmiş hatta sert kışa rağmen camlar bile özenle silinmiş. Bu da benden yana beklentilerinin yüksek olduğunu anlatıyor. Bu beklentileri boşa çıkacak, biliyorum. Tamamı benden yana değil boşa çıkmanın. Her çocuk büyük adam olarak yetiştirilir. Devlet başkanı olarak başlar eğitimine. Zaman ilerledikçe rütbeler küçülür. Yükseköğrenim olanağı ortaya çıkmışsa, kaymakamdır, validir. Sonlara doğru, mühendis veya doktor, aslında şanslı olanlar meslek okullarına kapağı atanlardır. Ben sadece okuma yazma öğrenmiş çiftçiler ve çobanlar görüyorum bu köyün geleceğinde; hatta tüm köylerin geleceğinde, o anda dikkatimi çeken eski püskü okuma fişlerine bakarken. Ağacın en ucundaki tohum; güneş görebileceği, gübreleneceği ve su bulabileceği toprağa düşecek, dalların gölgesinden kurtulacak önce. Keçiye yem olmayacak, soğuk yakmayacak, güneş kavurmayacak. Erken zamanda kafası kesilmeyecek.
Burada ise üç beş kalem, bir kara tahta ve birkaç kutu tebeşir. Kitap dediklerinin ne olduğuna bile bakmıyorum. Ciltleri antika gibi kurumuş, yaprakları kabarmış ve sararmış. Devrimden önce kalmış el yazmaları bile çıkabilir aralarından. Değerlerini alfabe değişimiyle yitirmiş.
Ama devlete asker lazım, yolları yapacak adam lazım. Vergi lazım. Bu sebeple umutların beslenmesi lazım. Bana göre ise bir tek şeyi öğrenseler yeterli, nerdeyse tamamı köhneleşmiş bu yerde. Dünyayı görsünler. Neyi yaşadıklarını bilsinler, neyi yaşayamayacaklarını. Neden çoban ve çiftçi olmaları gerektiğini. Sadece birkaçı köyden çıkabilecek zaten, köyden çıkmakla çıkmamak arasında bir fark olmadığını görsünler. Okumak bile sadece işlerini zorlaştıracak. Bir süre umutsuzca çırpınacak zeki olanları. Sonra mutsuz çobanlar olacaklar. İşte okumak bunu değiştirecek onlar için, mutlu çobanlar ve mutsuz çobanlar. Taş devrinden maden devirlerine geçemeyecekler. Aman bana ne, ben bana verilen işi yapacağım. Ötesi umurumda bile değil.
Okulda yapacak bir şey kalmamış, çocuklarla tanışmak dışında. Olabileceği en iyi durumda… Ne öğrenmişler bu Hafize’den bir bakalım. Bundan iyisi Şam’da kayısı, bundan iyisi Şamdak ayısı.
Okulu terk ediyorum. Odaya kadar çevresi açık kısa bir mesafe var. Epey çalışmış olmalılar. Hemen tüm kar geniş bir yol halinde kürenmiş. Odayla bahçe arası çocuklar için iyi bir teneffüs alanı da olabilir.
Ağaç ve Games
Çok da uzun bir süre konaklamayı düşünmediğim ikametime doğru ilerliyorum.
Bacasından gri bir duman yükseliyor odanın. Kilitli değil. Küçük bir sofadan sonra iki ağaç sütunun altında dev bir oda. Sütunlardan sonra ise yüksek, geniş bir sedir var.
Ortaya kurulmuş kuzinesi yeni, fazla kullanılmamış, hafif bir ısı yayıyor yanık taze boya kokusuyla beraber, üstünde kocaman bir güğüm. Oda farklı renklerde kilimler ve köşe yastıklarıyla döşenmiş. Reçine kokusu burada da var ve birkaç toplantının sinmiş tütün kokusu. Döşek, sedirin üstünde daha yüksekçe ağaçtan bir karyolanın daha doğrusu sandığın üstüne serilmiş. Yatağı kapatan yorganın dış yüzeyine dokunmam mümkün değil. Saten gibi parlak yeşil bir kumaştan yapılmış. Bakarken bile içim gıcıklanıyor. Küçük bir mutfak ve yeşil yosunlu çağlık köşesi, çağlıkta bakır bir kova ve tas kirliliğimi hatırlatıyor bana. Alıştığım için burnuma ulaşmıyor ama kokuyor olduğumun farkındayım.
Çantamı getirmişler. Yığın halinde kıyafetler ve havlular hazırlanmış. Duvarlarda gömme yekpare kütük dolaplar var. Kütükten ince bir işçilikle oyularak oluşturulmuş bu dolaplar bir metre derinliğindeki kerpiç duvarda dışarı kadar uzanıyor. Yaz kış, serin bir şekilde yiyecek muhafaza edebilir. Kışın dondurmadan yazın kokutmadan.
Mutfak kısmında birkaç kap var. İçlerini kontrol ediyorum. Taze peynir var birinde, diğerinde patates, soğan. Bir teneke yağ. Yemek yapabilirim. Bez torbada da kafam kadar büyük bir kara ekmek, dışı kaya gibi. Birkaç torba daha, muhtemelen bulgur veya pirinç, diğerlerine bakmıyorum. Çay ve şekerin bulunduğuna şüphem yok.
Kuzinedeki güğümü kontrol ediyorum akşama banyo yapabilirim ümidiyle, içi su dolu, henüz ılık ama seviniyorum. Şimdi yapsam da olur ama keklik gezintisinden sonra olması daha mantıklı geliyor. Bu şekilde tertemiz bir şekilde yatağa girebilirim.
Sedire yönelince şaşkınlıktan küçük dilimi yutacağım neredeyse. Sedirin üstü garip kare sınırları olan bir ters tavan, daha ilk bakışta bir şaheser olduğu anlaşılıyor. Bir tavşanın elinden çıktığı belli olan detayları, sayfalar uzunluğunda sanat makalesine konu olabilecek halde. Koyu kahverengi ve cinsini bilemeyeceğim bir ağaç ince bir işçilikle dantel gibi işlenmiş. Sekizgen bir yıldızdan oluşan ana motifin içi yıldızın her kolunda merkeze doğru daralan daha küçük motiflerle bezenmiş. Hiçbir kol bir diğeriyle desenleri yönünden simetri oluşturmadığı halde muazzam bir uyum içerisinde. Hemen, sütunların yüzeyindeki girintilere yerleştirilmiş gaz lambalarından birini alıp yakıyorum.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.