- -
- 100%
- +
“Sadâ-yı Türkistan”ın 1914 yılı sayılarını karıştırırsanız, genç muhabir ve genç sanatkâr olarak görünen Çolpan’ın yıldan yıla değil, aydan aya değil, hattâ günden güne faalleştiğini ve sanatta gelişme yolundan şiddetle yürüdüğünü görürsünüz. Gazeteye Ubeydullah Hocayev gibi terakkiperver bir kişinin redaktör olması ve onun etrafında Münevver Kaari Abdürreşidov gibi halkperver ve vatanperver simalar toplandığı için genç Çolpan’ın “Sadâ-yı Türkistan” ile alâkası günden güne daha kuvvetli hâle geldi. Lâkin halkın bu fedayi evlâtları gazetenin siyasî-ictimaî yönünü belirledikleri için de gazete Çar sansürünün şiddetli nezareti altında idi. Bunun için de Çolpan’ın bazı şiir, haber ve makalelerinin gazetede basılmamış olması ve kaybolmuş olması ihtimalden uzak değildir. Gazetenin 1914 yılı sayılarında idare adına verilen aşağıdaki cevaplar, buna delâlet etmektedir:
“Çolpan efendiye: ‘Nime Bar’ başlıklı makaleniz ‘Yalt-Yult’dergisine münasiptir” (33. sayı).
“A. Süleymanî efendiye: İyd-i şerif münasebetiyle yazılan makaleniz gecikti” (5 Ekim)…
Tuhaftır ki, “Sadâ-yı Türkistan” yayımlanmaya başladığı sıralarda gazeteye Taşkent’teki “Türkistan” kütüphanesi ve Kerimbеk Narbеkоv’un dükkânında ve aynı şekilde, Hüseyin-hoca Dedehocayev, Molla Nu’man Ekremhanоv, Ebulkâsım Taşmuhammеdоv’ların yardımıyla abone olmak mümkündü. Andican’da ise bu mesele ile sadece bir kişi, “Abdülhamid Süleymanî” meşgûldür. Yine aynı yıl Hokand’da neşredilen “Sadâ-yı Fergana”nın Andican’daki abone ve ilân kabûl eden temsilcisi de “Süleymankul Yunus oğlı”dır. 6. sayısından itibaren ise “Abdülhamid Süleymankul oğlı” da bu gazetenin temsilcileri arasında önemli bir yer edinmiştir.
Ana şehrindeki yeniliklere sevinip, nâhoş manzaraları görüp, ıztırap çeken Çolpan, çok geçmeden, “Sadâ-yı Fergana”nın da has muhabiri hâline geldi. Gazetenin 1915 yılı 25 Şubat sayısında ise onun “Medreselerimiz Ahvâli” başlıklı haberi yayımlandı.
“Andican’da Mahmud Desturhançi medresesinde kalan birkaç ahlâkı bozuk kötü molla, iyi, temiz bir mollayı medreseden zorluk çıkarıp atmışlar. Biçarenin günahı, çocuk istismarını yasaklamış olması. Sonra biçare dürüst molla durumu (cenap yönetici müfettişe) arz etmiş. Müfettiş yönetici mezkûr işi tahkik etmek için medreseye gidip, pоlis ile hücreye girip, kitapları ve toplanmış hâlde bir teneke kutuda çocuklara oynarken takılan saç örgüsü bulurlar. Bu işten çok rahatsız olup, cenap hocayı müfettişe gönderirler.
İşte, mollaların ahvâli!”
A.S. imzası ile yazılan bu haber yüzünden Çolpan’ın başına nice belâlar geldi. Gazete idaresi genç muhabiri cahil kişilerin nefret ve intikamından korumak maksadıyla “Sadâ-yı Fergana”nın 14. sayısında Andicanlı müşterilere hattâ böyle sözlerle müracaat etmeye mecbur oldu:
“113. gazetemizde ‘Andican haberleri. Medreselerimizin Ahvâli’ başlıklı A.S. imzası ile yazılan haberi Andican medresesinde kalan mollalar okuyup, Andicanlı Abdülhamid Süleyman efendiyle görüşüp, ‘bu haberi siz yazmışsınız’, diyerek bazı yakışıksız sözler söylemişler. Eğer Andican medresesinde böyle hadiseler olmamış olsaydı, gerçek olmadığı için bu haber yalan, böyle bir hadise olmadı, diyerek cenap mollaların idaremize yazıp göndermeleri gerekirdi. Hâlbuki bu haberi idaremize yazan Abdülhamid Süleyman olmayıp, adı bizce malûm başka bir kişi yazmıştı.”
Çolpan, haber ve makalelerinin kötü “kahramanlar”ı tarafından böyle tazyik ve tehditler gösterilmesine rağmen, Özbek hayatından zararlı illetleri söküp atmak, maarif ve medeniyetin halkın hayatına nüfuz etmesi için muhabirlik ve şairlik kalemi ile mertçe mücadele etti. “Durum müsait olursa, kar da erir”, dеdikleri gibi, hiciv kılıcını yumuşak pamuk ile sarıp, yenilik düşmanlarının göğsüne sapladı.
“Sadâ-yı Türkistan” gazetesinin 21 Ocak 1915 tarihli nüshasında basılan “Meyde-çüyde” başlıklı aşağıdaki hicviye, mutaassıplar ile mücadelede Çolpan maharetinin daha da yükseldiğini göstermektedir.
“Hangi Deli?
Andican ile Oş şehirleri arasında Hocaâbâd’da bir adam delirip, pazarlarda halka yüksek sesle bağırarak şunları söylüyor: ‘Ey biraderler! Kim ki oğlunu veya kızını okutmazsa, o adam Tanrı teâlânın büyük bir nimetinden mahrumdur.’
Ama birçok yerlerde büyük-büyük mahalle aksakalları halka: ‘Biraderler! Kim ki oğlunu veya kızını usûl-i cedîd mektebinde okutursa düğününe de, cenazesine de gitmeyiz’, dеdiler.
Talebeler, düşünüp bakınız! Bunlardan hangisi deli?”
20. asrın 1910’lu yıllarında, henüz halkımızın zihninden cehalet bulutu gitmemiş, hattâ mahalle aksakallarına medrese müderrisleri Cedid mekteplerinde okuyan balaların babalarını kâfir ilân etmiş ve onları huzursuz ettikleri bir zamanda on altı-on yedi yaşındaki Çolpan bu tarzda millî terakkiyat için dinî fanatizm ve nâdanlığa karşı cesurca mücadeleye başladı.
** *“Sadâ-yı Türkistan”ın yayın hayatına başlamasıyla birlikte Ubeydullah Hocayev, Taşkentli genç sanatkâr Mömincan Muhammedcanov’a yazı heyetinde iş teklif eder. Gazetenin sıradan halkı uyandırmaya yönelik faaliyeti, bu cümleden olmak üzere genç Çolpan’ın çıkışları, Çar memurlarının, özellikle Оstrоumоv’un hoşuna gitmez. Sonunda o “chеrkоv”u Özbek diline “büthane” diye tercüme ettiği için, bu sözü Rus ibadethanesine karşı bir hakaret sayıp, gazetenin yayınını 1915 yılında durdurur.
Burada bu yayının ortaya çıkış tarihi hakkında bilgi sahibi olmak zararsızdır, diye düşünüyoruz. Zeki Velidî hatıralarında bu tarih kesin olarak aşağıdaki gibi ifade edilmiştir:
Z.Velidî 1913 yılnda Fergana vadisine gittiğinde, oradaki Esеrler partisinin üyesi, sоsyal inkılâpçı Vadim Çaykin ile birçok defa görüşürler. Böyle sohbetlerin birinde Müslümanları birleştirme meselesi hakkında konuşulur ve onlar “Sadâ-yı Türkistan” ve “Türkеstanskiy Gоlоs” adlarında Özbekçe ve Rusça gazeteleri çıkarmak meselesinde anlaşırlar. Gazetenin Özbekçe nüshasının Taşkent’te Ubeydullah Hocayev’in redaktörlüğünde, Rusçasının ise Andicanda V.Çaykin tarafından neşredilmesini doğru bulurlar. Z.Velidî, aynı zamanda V.Çaykin’i U.Hocayev, M.Abdürreşidov ve A.Zâhirî ile tanıştırıp, gazetenin maksat ve vazifesini şöyle bеlirler:
1. Sibir demir yolundan ta Afganistan ve İran’a kadar uzayan genişlikte yaşamakta olan Türk halkları ile Ruslar arasında hukuk ve ahvâl sahasında eşitliği sağlamak.
2. Göçmenci Müslüman halkların yerleşik hayata geçmesi ve onlara köy ve şehirlerden yerler bölünüp verilinceye kadar Rus göçmenlere yer vermemek.
3. Çağdaş eğitimi yaygınlaştırmak.
“Sadâ-yı Türkistan”, bu cümleden, onun faal müelliflerinden biri olan Çolpan, işte bu vazifeyi yerine getirmeye bеl bağlamış, bu sebeple gazete faaliyeti yukarıda kaydedilen bahane ile durdurulmuştu.
Mömincan Muhammedcanov “Sadâ-yı Türkistan” kapatılıp, hayat kaynağı da sona erdiği için kâh aç, kâh tok ömür geçirirken, Ubeydullah Hocayev Andicanlı dostu V.Çaykin’in yardımıyla “Sadâ-yı Türkistan”ı ayağa kaldırmak istedi. Gazeteye samimiyetle hizmet eden kişiyi bulup, Andican’a göndermek niyetiyle yaşarken, onun nazarı yine Mömincan Muhammedcan oğlı’na düşer.
“Taşkın” mahlası ile de eser veren bu zat, “Turmuş Urinişleri” adlı ilk Özbek rоman kroniğinde bu hadiseyi aşağıdaki gibi tasvir etmektedir:
“Andican’a varıp, Katarterek dеnilen mahalledeki Abdülhamid’in evine indim. (Yazarın bu sözlerinden Abdülhamid – Kuyan – Kuyanî’nin “Sadâ-yı Türkistan” gazetesinin Andican’daki en faal ve tahririyat üyelerine yakın müellifi olduğu anlaşılmaktadır – N.K.). Dışarıda, geniş bir alanda orta yaşlı, kalın gövdeli bir kişi ile görüştüm. Bu adam Abdülhamid’in babası imiş. O adam, ‘Biraz sabredip, misafirhanede oturun. Abdülhamid şimdi gelir’, dеdi.
Misafirhanede ateşin karşısında iki-üç kişi sohbet edip otururlarken, bеni görmeleriyle birlikte derhâl yerlerinden kalkıp görüştüler. Ateşte fokurdayarak kaynayan çaydanlıkla çay demleyip, önüme şekerlemelerle dolu sofra yaydılar. Onlarla hâl-ahvâl soruşup, çay içip oturuyordum, aradan on beş dakika geçmeden, Abdülhamid çıkıp gеldi.
O, on yedi-on sekiz yaşları civarındaki, ak çopur, geniş omuzlu bir delikanlı imiş. Bеnimle elini uzatıp görüşürken, kendimi tanıttım.
Hoş geldiniz, iyi geldiniz! – diyerek memnuniyetini bildirdi. Hareketlerinden mütevazı bir delikanlı olduğu anlaşılıyordu.
Onun babası eski medreseyi bitirmiş, her gün gazete okuyup, dünya hadiselerinden haberdar olan bir kişi imiş. ‘Vakit’ ve ‘Tercüman’ gazetelerini çok dikkatli okurmuş.
Abdülhamid her gün hususî sûrette Rusça okuyordu. Tataristan, Azerbaycan, Hindistan’da çıkan bütün gazete ve dergilere müşteri olmuş, Rusça gazeteleri de elinden bırakmadan mütalaa ediyordu. Yakın akrabalarının balaları ve mahalle balaları onun teşvikiyle Andican’da açılan yeni usûl mekteplere girip okumaya başlamıştı. Babasının bu yegâne oğlu, gerçi imkânları olsa da, o zamanki çok ahmak zengin çocukları gibi keyif-safalara kapılmadan, vaktini daha çok eğitim işleri ile geçiriyordu. O zamanki engellere aldırmadan, hattâ yedi yaşındaki kızkardeşini (söz Fâika ana hakkındadır – N.K.) kendi mahallesinin bir kenarında açılan yeni usûl Tatar kızlar mektebine okumaya vermişti…”
Konu, “Sadâ-yı Türkistan”ın kaderi hakkında ilerlerken, yine bir tafsilâttan söz etmemek mümkün değildir. “Büthânede Yangın” başlıklı makale münasebetiyle gazete üç-dört ay boyunca durdurulmuş olsa da, Ubeydullah Hocayev adliye işlerinin piri olduğu için en iyi avukatların yardımıyla Оstrоumоv’un hükmünü boşa çıkarmaya muvaffak oldu. Yatıp kalan ve muayyen harcamalar sebebiyle tekrar hayata geçirilen gazete, maddî yardıma muhtaç idi. Taşkentli Ceditçiler bu vaziyetten kurtulmak için Abdullah Avlânî rehberliğinde tiyatro trupunu kurup, onu Fergana vadisine gönderdiler. Hokand’da Abdülhamid’in seyrettiği “Pederküş” gösterisi, trupun işte bu “hayriye seferi” sırasında gösterilmiş. Trup Fergana vadisine yaptığı sanat seferi ile “SadâyıTürkistan”ın tekrar ayağa kalkmasına yardım etti. Fakat Çar memurlarına gazeteyi kapatmak için bahane yok değildi.
Mömincan Muhammedcanov gazete çıkarma iznini Andican’da iki ay bekledi. Fergana nahiyesinin askerî valisi İvanоv ise “Sadâ-yı Türkistan”ın tekrar ayağa kaldırılmasına izin vermedi.
“Çaresiz, – diye devam ettiriyor ‘Turmuş Urinişleri’ rоmankroniğinin müellifi, – “İntibâh-ı Türkistan” (Türkistan’ın Uyanışı) adlı gazeteyi çıkarmaya izin istemek için valiye dilekçe vеrdik. Bu gazeteye redaktör ben olacağım. Vali, Andican binbaşısını çağırtıp, benim Çar hükümetine sadık olup olmadığımı, bеni tanıyan ve tanımayan adamlardan güzelce soruşturdu. Bu da gazeteye izin vermemek için bir bahane olsa gerek, vali talebimizi sonunda reddetti.
Valiye yazılan arizayı Özbek dilinde bеn yazmıştım, Abdülhamid Rusçaya tercüme etti…”
Abdülhamid Andicanlı dostlarının vaatlerine inanıp, gazete kısa zamanda çıkar, diye düşündü. Abdülhamid, gazetenin özelliğini iyileştirme ve en iyi güçleri yazı heyeti etrafında toplamak isteğiyle birçok tanınmış gazeteci ve yazarlara mektup yazmak suretiyle müracaat etti. İşte, o mektup:
“Muhterem Hamza efendi!Rica ediyorum, bu mektubu alır almaz hemen ‘Sadâ-yı Türkistan’ın birinci sayısına bir iyi şiir, gazete hususunda, yazıp gönderin.
Adrеs bu: Andican, rеdakstiya gazеti ‘Turkеstanskiy Gоlоs’, ‘Sadâ-yı Türkistan’ için.
İhtiram ile idare namına.
Abdülhamid. 6 Aralık 1916.Cevabın 15 Aralıka kadar gelmesi lâzım. Mümkünse, 10 veya 12’sinde burada olsun.”
6 Aralık günü pоsta kutusuna atılan bu mektup, 8 Aralık’ta Andican’dan gönderilip, 9. günü Hokand’a ulaşmış. Hamza “Gayret” kütüphanesi adresine gönderilen bu açık mektubu bugün alıp, Andicanlı arkadaşının ricasını yerine getirmeye çalışır. Abdülhamid, bu yıl 12 Aralık günü yolladığı ikinci açık mektubunda Hamza’ya: “Şiiriniz alındı. Derc edilecek”, diye haber verir ve yine mektuba: “Şiir güzel. Gazete sayfasını süsler, yine yazınız”, diye ilâve eder.
Lâkin Abdülhamid’in de, Taşkentli aydınların da bekledikleri gazetenin çıkarılmasına ruhsat verilmez.
M.Muhammedcanov hikâyesini şöyle devam ettirmektedir:
“Gazete çıkmayınca, maaş da kesildi. Abdülhamid babası ile konuşup, bana küçük bir mektep açıp verecek oldu. Amcasının boş bulunan geniş bir iki katlı evini mektep için gerekli eşya ile donatıp, eksiksiz olarak vеrdi. Konu-komşular ve akraba çevresinden toplanan on kadar balayı duvara yarım tahta teneke asıp, elifbadan itibaren yazdırıp okutmaya başladım.”
Böylece “Sadâ-yı Türkistan” ile sanat işbirliği kıymete bindi: Çaykin’in redaktörlük ettiği “Türkеstanskiy Gоlоs” bünyesinde olmak üzere Ceditçi Abdülhamid, gazeteyi Andican’da çıkarma sorumluluğunu üzerine aldı.
Abdülhamid Süleyman’ın şair, yazar ve gazeteci olarak karışık sanat yolu böyle başladı.
Tan Yıldızı
Ceditçilik hareketi ve Cedit edebiyatının babası İsmailbеk Gaspıralı, Çolpan’ın sanat faaliyetinin teşekkülüne önemli derecede tesir etti. Bahçesaray’da onun neşrettiği “Tercüman” gazetesi, nice nice dağlar ve deryalardan aşıp, Türkistan ülkesine de ulaşıp geldi ve böylece İsmailbеk Gaspıralının marifetperverlik gayeleri, Özbek Ceditçileri ve bu cümleden olmak üzere Çolpan’ı da coşturup, onun bütün benliğine, idrakine ve eserlerine nüfuz etti.
Gaspıralı’nın 1887 yılından itibaren “Tercüman”da neşrine başlanan, 1906 yılında ise Kırım’da ayrı bir kitap hâlinde neşredilen “Dârü’r-rahat Müslümanları” adlı bir rоmanı var. Bu ilk Türkçe rоmanın mühim bir kısmını, Taşkentli Molla Abbas’ın güya Fransa’ya yaptığı seyahati münasebetiyle yazdığı “Frengistan Mektubları” teşkil etmektedir. Rоmanda tasvir edildiğine göre, Molla Abbas yirmi yedi yaşında Fransa’ya gidip, oradan Pirene’ye geçmiş, Granada şehrinin muhteşem saraylarından olan eski El-Hamra’da bir ay boyunca dinlenmiş. O sarayda rahat ve huzurlu günler geçirip, gezerken, “Dârü’r-rahat” dеnilen efsanevî bir ülkeye rastlar. Molla Abbas’ın anlattığına göre, bu ülkede önce sadece 185 kişi yaşamış. Onlar akıl-idrakleri ve çalışmalarıyla burada güzel bir hayat kurup, mucizeler silsilesinden ibaret bir ülkenin temelini atmışlar. Bu harikulâde yurtda tertip ve intizam, güzellik ve iyilik, yüksek bir medeniyet hüküm sürmektedir. Molla Abbas bu yurdun hangi köşesine bakacak olsa, insanlığın parlak geleceğini görür. Böyle mükemmeliyete Müslüman dini ve şeriat kanunlarının muhafaza edildiği bir zeminde erişilmesi, onu bilhassa hayrete düşürür.
İ.Gaspıralı, Kampanеlla’nın “Güneş Şehri”ne eş olan böyle hayalî güzel bir âlemi tasvir etmiş. Rusya Müslümanlarının yaşadıkları yurtlar, bu cümleden, Türkistan da bu âlem karşısında hiçbir şey değildir. Bunun için de Taşkentli molla Dârü’r-rahat’da kendini cennette yaşıyor gibi hisseder. Fakat Dârü’r-rahatlılar onu türlü yollarla alıkoymak istediklerinde, o kendi vatanını, bu her bakımdan terakki etmiş cazip diyara değişmek istemez.
İ.Gaspıralı’nın bu rоmanında yine bir tabaka var. İctimaî fikirle beslenen bu tabakada İspanya kıralı Fеrdinand’ın Endülüs Müslümanlarının yaşadıkları yerleri basıp alırken onlara verdiği vaatler sabun köpüğü gibi yüzmektedir. Fеrdinand Müslümanların canı ve malı, dini ve mescidi, örf ve âdetleri ve hayat tarzına müdahale edilmeyeceğine dair vaatte bulunmuştu. Fakat İspanyol askerlerinin ayağının Endülüs toprağına basmasıyla birlikte Müslümanların ocağına ateş düşer. Yazar, şüphesiz, İspanya dеrken Rusya’yı, Endülüs derken de Rusya’nın kontrolü altındaki Türk halklarının yurtlarını kasdetmektedir.
Molla Abbas Endülüs’ü gezerken, bir mahkemeye girip çalışmakta olan kadı ile tanışır. Kadı ise uzak ülkeden gelen mollayı çeşitli sorularla bunaltır. O mollanın Arapça, Farsça, sarf, nahiv gibi ilimlerden başkasını okumamış olmasından hayrete düşer.
“Çok ilginç! On iki yıl tahsilde bulunup, hesap, hendese, tabiî ilimler, tarih gibi ilimler görmediniz mi?
– Öyle, efendim, görmedim.
– Belki ilm-i sanayiden, tıbbiyat, mühendislik, kimya ve mimarlık tahlsilinde bulunmuşsunuzdur?
– Bulunmadım. Lâkin Fransa ülkesinde, aksine, birkaç fenden ders aldım.
– Frenklerden hangi dersi aldınız?
– Muhtasar tarih-i umumî, fenn-i cihanname, ilm-i hayvanat, hükümât ve biraz hesap ve ilm-i sıhhat dersleri aldım.
– Sizi kim eğitti?
– On yaşıma kadar merhume anamın elinde idim, sonra medreseye vеrdiler. Eğitimim ve bildiğim bu kadardır, efendim.
– Peki, eğitiminiz nеden ibarettir?
– Hazretleri, bizim yurdumuzda balaya yemek vеrirler, giyim giydirirler, bazen söğerler, döverler, nasihat ederler, bazen başını okşayıp, gönlünü hoş ederler, şımartırlar… Eğitimimiz böyledir.”
Çolpan bu eseri zevkle okuyup, ondan kendi sanatı için büyük bir ders aldı. Eğer “Sadâ-yı Türkistan”ın 1914 yılındaki 24, 30, 34, 45-47. sayılarında neşredilen “Dohtur Muhammedyar” hikâyesine dikkat ve itibar edersek, onun doğrudan İ.Gaspıralı’nın tesiri altında yazıldığı anlaşılır. Yazarın hikâye kahramanı için dоktоrluk mesleğini seçmesi bir tesadüf değildir. Onun nazarında, Türkistan ve onun ahalisi ağır bir hastalığa uğramıştır. Bunun için de Muhammedyar’ların, Çolpan’ın nazarında, Molla Abbas gibi terakki eden memleketlerde tahsil görüp ve maharet sahibi tabipler olarak dönüp, vatandaşlarının bu hastalıktan kurtulmalarına yardım etmeleri gerekiyordu.
Çolpan hikâyeye, Şûrâ mefkûresi meddahlarının söyledikleri gibi Özbek burjuvazisinin menfaatlerini gözeten bir kişiyi kahraman olarak seçmemiştir. Muhammedyar, sıradan bir berberin oğludur. Babası kumarbazlık yüzünden birbirlerine el kaldıran serserilerin elinde öldüğünde, o katillerin bir-ikisini tanıyıp, her ne pahasına olursa olsun, intikam almaya karar verir.
“Lâkin babasını öldürenler bunlar olmayıp, belki cehalet olduğunu düşünüp, sakince babasını defnetti ve kendisi cehalet ile samimi şekilde mücadele etmeye karar verdi.”
Cehalet ile mücadelenin silâhını ise babası söyleyip gitmişti: Okumak.
“Kurbân-ı Cehâlet” ve “Dohtur Muhammedyar” hikâyelerinin basıldığı gazetenin redaktörü Ubeydullah Hocayev, 1909 yılında L.N.Tоlstоy’a bir mektup yazmış, onun zulme karşı zulüm ile mücadele etmemek hakkındaki görüşlerine katılmadığını söyleyip, onunla şiddetli bir tartışmaya girmişti. Aradan sekiz yıl geçince, o kendi gazetesinin sayfalarında “Tоlstоy”un fikrini destekleyen bir hikâyeye yer vеrdi. Lâkin bu esere derinlemesine bakılacak olursa, hikâyenin temelinde Rus yazarının görüşleri değil, bilâkis millî kusurlara, yani bilgisizliğe, nâdanlığa, cehalete karşı mücadele gayesi yatmaktadır.
Kimsesiz kalan Muhammedyar işte bu “millî” illetlerle dolu hayatı müşahede ederken, böyle nahoş manzaraların şahidi olur:
– Şehirde büyük bir yangın çıkıp, altı-yedi Müslüman mahallesi yanıp, kül olur, “kültеpe sahipleri” her şeylerini kaybederler. Bu mahalledeki bir Ermeni’nin dükkânı da yanmasına rağmen, sigorta ettirdiği için sahibi bir kuruşluk zarar görmez;
– Müslüman zenginlerinden iki kişi sarhoş hâlde kâğıt oynarken, azıcık para yüzünden çıkan maceradan sonra biri ikincisini vurur;
– İstasyondaki bir Müslüman hurcunu kaybetmiş, ikincisi ise başka trene bilеt aldığı için avare avare dolaşır.
Molla Abbas’ın söylediği gibi, “bizim yurdumuzda balaya yemek verirler, giyim giydirirler, bazen söğerler, döğerler, nasihat ederler… Eğitimimiz böyledir.”
Çolpan işte bu felsefeye karşı olarak eğitim sistemini devrin talebi derecesine çıkarmak meselesini ortaya attı. Gerçi eserde hadiseler mеlоdram hâlini alıp, mühim ictimaî problemler kolayca halledilmiş olsa da, yazar Türkistan ahalisine Dârü’r-Rahat memleketini nasıl kurmanın yolunu göstermeye çalıştı.
Muhammedyar vatandaşlarından yardım alamayacağını anlayınca, evini altı aylığına kiraya verip, kira parasıyla Bakû’ya gitti. Önce Bakû’ya, sonra Pеtеrsburg’a, ondan sonra ise İsviçre’ye gidip, dоktоrluk mesleğini iyi derecede öğrenip vatanına döner.
“Halk kendi faydasını anlasa, millî mektep ve medreseler açsa, Avrupa üniversitelerine balalarını gönderse, doktor, avukat, redaktör ve esnaf, ticaret erbabı ve mühendisler çıksa. Bunların her biri kendi vazifelerinde durup, işlerini tertip ile yürütseler, halkımızın faydasını gösterseler, ne kadar yüce ve ne kadar güzel olurdu, şeklinde hayaller gönlünü dolduruyordu. Fakat bunların olmasını gözü kesmiyordu. Çünkü gittikçe arkaya doğru gidiyoruz; terakki eseri hiç görülmeden, bir terakkiyata bin gerileme hazır duruyordu.”
Muhammedyar öz yurduna dönerken, bu fikirler onun zihnini meşgûl ediyordu. Lâkin vatanına gelip, büyük gayretle kendi halkını yeni medeniyet asrına ulaştırmak için samimi olarak çalışmaya başlar.
Yazar, Muhammedyar’ın bu arada kazandığı başarılarını takip ederken, eğer onun safı yıldan yıla kalabalıklaşacak olursa, Türkistan’ın çok geçmeden, âbad ve zengin bir memlekete dönüşmesi mümkündür, şeklinde bir sonuca varır gibi oluyor.
1914 yılının 3 Nisanında Çolpan Hokand’da “Sadâ-yı Fergana” adı ile Özbek dilinde yeni bir gazetenin çıktığını duydu. “Taş gibi donmuş uyuyan Türkistan”ın iki şehrinde iki “ceride”nin çıkması ve ikisinin de “Sadâ…” diye isim alması, halkın gözünü açmak isteyen genç şairi son derecede sevindirdi. O her iki gazetede çalışıp, Özbek halk hayatının mühim meselelerini ele almaya kat’i surette karar verdi.
Ama Taşkent veya Andican’da durup, zincirlenen halkın nasıl nefes aldığını, onun nasıl dert ve hasretleri, beklentileri ve üstelik kusurları olduğunu bilmek boşunaydı. Bunun için de o çok seyahat etti ve seyahat hatıralarını yayımladı. Bu hatıraları okuyan kişi Çolpan’ın o yılları “dilencinin bile bulamadığı” köylere kadar gittiğine şahit olmaktadır. O bu seyahatleri sırasında birçok adamla tanıştı, halkın türlü tabaka temsilcileri ile görüştü, 19. asırda uykuya dalan ve henüz uyanmayan avamı gördü. Ve bu avamın gözünü açıp, ona marifet damlaları saçtı, kendisi ve başkalarının etrafındaki hayatı görmek için, yerinden kalkıp, temiz havadan nefes almaya çalıştı, gerçek hayatın, hürriyetin, millî terakkiyatın uzaktaki nurlarına doğru kanatlandı.
Çolpan, 1914-1915 yıllarında yazdığı böyle eserleri ile Özbek edebiyatına alev alev yanarak, parlayarak girdi. İki-üç yıl içinde basit haber yazarından keskin muhtevalı, devrin, Türkistan âleminin mühim ictimaî, iktisadî ve medenî meselelerini terennüm eden şiir, hikâye ve sahne eserlerini yaratma derecesine erişti. Maalesef onun bu sıralarda yazdığı “Bay” adlı ilk piyesi basılmadan kalmıştır. Öktem ismli tenkitçi (Kayum Ramazan)nin aradan on yıl geçtikten sonrü “Türkistan” gazetesinde yayımlanan “Sahne Edebiyatı” makalesinde bu eserin söz konusu edilmesi, onun geçici bir hadise olmadığına delildir.
** *20. asır başlarında Türk dünyasında yine bir sima meşhur oldu. Bu Rızâiddin ibn Fahrüddin olup, 1908-1917 yıllarında Оrеnburg şehrinde “Şûrâ” dergisini neşretmiş ve bu dergi de Türkistan Ceditçilerinin heyecanla harekete geçmesinde muayyen bir rоl oynamıştır. Sanat hayatı 1913-1914 yıllarında başlanyan Çolpan’ın bu gazetenin muntazam talebesi olmakla kalmayıp, aynı zamanda ona iştirak etmemesi mümkün değildi.
Bize ulaşan Çolpan’ın kalemine mensup şiirler arasında “Ümit” adlı bir şiir de var. Biz bu tarihsiz şiirin:
“Kеzer edim Türkistanniŋ tağlarıni,Türli meve bilen tolgan bağlarıni.Keŋ sahrâsın, çölistanın seyr edüb,Tiŋler edim Türk halkıniŋ âhlarıni.”mısralarını okuduğumuzda, onun Çolpan sanatının şafağına ait olduğunu hayal bile etmiyorduk. Bahadır Kerim’in yukarıda söz konusu edilen makalesinden anlaşıldığına göre, “Ümit” şiiri ayda iki defa neşredilen “Şûrâ” dergisinin 1914 yılına ait 10. sayısında basılmış.
Bu şiirin bizim için önemli taraflarından biri şu ki, evvelâ o Çolpan’ın matbuatta yayımlanan ilk şiirlerindendir. İkinci olarak, bu şiir şairin vatanında değil, belki Оrеnburg’da çıkan neşirde, bunun üstüne, “Kalender” imzası ile basılmış. Üçüncü olarak, şiirin altındaki “Taşkent” adresi, şairin bu yıl Özbekistan’ın şimdiki başkentine taşındığı ve burada yaşadığına işaret etmektedir. Eğer şiiri dikkatle okursak, o tabiat manzaraları tasvir edilen mısralarından sonra böyle yanık, ateşlenen bir son ile bitmektedir:
“Ayt-çi mеnge, kayda sеniŋ ötgenleriŋ,Şarkdan Garbge şavleb akkan ulu şe’niŋ?Küni tüni ilm üçün cânin bеrgenKayda ketdi, kayga uçdı erenleriŋ?”Bu şiirin marifetperverlik, vatanperverlik gayeleri ile beslendiği hakkında coşup taşıp konuşmak mümkündür. Lâkin şimdiki asıl mesele, bu şiirin ideolojik muhtevasında değil, belki, birinci olarak, 1914 yılının Mayıs ayında “Şûrâ”da basılan şiirin “Kalender”, bu derginin 1915 yılına ait 9. sayısında yayımlanan “Oş” yazısının ise “Çolpan” imzası ile yayımlandığına, ikinci olarak, bu her iki eserin Оrеnburg’da basılıp çıkmasına dikkati çekmektir. Yani, söylemek mümkündür ki, Çolpan Taşkent’e göç edip gelene kadar çeşitli müstear imzalar, bu cümleden olarak, “Kalender” imzası ile faaliyette bulunmuş; Taşkent’e göçüp geldikten ve Taşkentli Ceditçilerle tanıştıktan sonra, onlar bu Andicanlı kabiliyetli şaire “Çolpan” diye bir mahlas vermişler.