Ateş Ülkesi

- -
- 100%
- +
Alistair aniden dünyasının yanı başından kaydığını sanki bodoslama dibe çakıldığını hissederken döndü ve gök zeminin altında çöktüğünü hissetti. Düşerken, zincirleri arkasından şıngırdadı ve okyanusa doğru düşerek bulunduğu gök zeminin tamamını alaşağı etti.
Alistair, vücudu buz gibi soğuk okyanusa battığında hissizleşti, hala zincirliydi. Kendini batarken hissetti ve yukarı baktığında tepesindeki gün ışığının giderek belirsizleştiğini gördü.
Alistair gözlerini açtığında küçük, taştan bir hücrede, tanımadığı bir yerde otururken buldu kendini.Önünde tek bir gölge duruyordu, kim olduğunu zar zor çıkarttı: Erec'in babasıydı. Kaşlarını çatarak ona bakıyordu.
"Oğlumu öldürdün," dedi. "Neden?"
"Öldürmedim!" diye karşı çıktı cılız sesiyle.
Dudak büktü.
"Ölümle cezalandırılmalısın," diye ekledi.
"Erec'i ben öldürmedim!" diye karşı koydu Alistair. Durdu ve ona doğru koşmak istedi ama bir kez daha kendini duvara zincirlenmiş halde buldu.
Erec'in babasının ardında, hepsi siyah zırhla kuşanmış, heybetli miğferleri olan ve mahmuzlarının sesi odayı dolduran onlarca muhafız göründü. Ona yaklaşıp uzandılar ve tutarak duvardan çektiler. Bilekleri hala zincirliydi ve vücudu git gide esnedi.
Alistair "Hayır!" diye bağırırken vücudu ikiye ayrılıyordu.
Alistair soğuk terler içinde uyandı, etrafına bakıp nerede olduğunu anlamaya çalıştı. Aklı karışmıştı, içinde oturduğu küçük loş hücreyi, antik taştan duvarları, pencerelerdeki metal parmaklıkları tanıyamadı. Döndü, yürümeye çalışınca şangırtıları duydu ve yere bakıp duvara zincirlenmiş olduğunu gördü. Zincirleri gevşetmeye çalıştı ama başaramadı, soğuk demir bileklerini kesiyordu.
Etrafına bakınca kısmen yer altında olan, tek ışık kaynağının taşa yerleştirilmiş önü parmaklıklı küçük bir pencere olduğu ufak bir tutuk hücresinde bulunduğunu fark etti.Uzaktan bir tezahürat sesi gelince Alistair merakla pencereye doğru zincirlerinin elverdiği ölçüde gitti, öne eğilip dışarı bakarak gün ışığını görmeye ve nerede olduğunu anlamaya çalıştı.
Alistair kalabalık bir grup gördü, başında Bowyer duruyordu, kendini beğenmiş bir zafer edasına sahipti.
"O büyücü Kraliçe müstakbel kocasını öldürmeye çalıştı!" diye kükredi Bowyer kalabalığa doğru. "Bana, Erec'i öldürüp benimle evlenme planları yaparak geldi. Fakat planları suya düştü!"
Kalabalıktan öfkeli bir tezahürat yükseldi ve Bowyer sakinleşmelerini bekledi. Avuçlarını kaldırıp yeniden söz aldı.
"Artık hepiniz Güney Adalar'ın, Alistair'in ya da ben hariç başka her hangi birinin yönetiminde olmayacağından emin olabilirsiniz. Erec öldüğüne göre, sizi koruyacak kişi ben Bowyer'ım; ben, oyunların sonraki en iyi şampiyonu."
Onaylama tezahüratları yükseldi ve kalabalık hep bir ağızdan:
"Kral Bowyer, Kral Bowyer!" diye seslendi.
Alistair bu sahneyi dehşet içinde izledi. Etrafında her şey çok hızlı olup bitiyordu, hepsini anlamakta zorluk çekiyordu. Bu canavar, Bowyer, sadece görüntüsüyle bile onu öfkeyle dolduruyordu. Gözlerinin önünde sevgili kocasını öldürmeye çalışan bu adam masum olduğunu iddia ederek onu suçlamaya çalışıyordu. En kötüsü de Kral ünvanını alacak olmasıydı. Hiç adalet yok muydu?
Fakat ona olanlar, hasta yatağında can çekişen ve Alistair'in şifasına ihtiyaç duyan Erec'i düşündüğü zamanki kadar onu rahatsız etmiyordu. Eğer kısa sürede ona şifa veremezse orada öleceğini biliyordu. Bu zindanda hayatını sonsuza kadar işlemediği bir suç için harcasa bile umurunda değildi, tek istediği Erec'in şifayı aldığından emin olmaktı.
Hücresinin kapısı aniden ardına kadar açıldı ve Alistair koca grup bir insanın içeri doluştuğunu gördü. ortalarında Dauphine, onun iki yanında Erec'in kardeşi Strom'la beraber annesi vardı. Arkalarında çok sayıda kraliyet muhafızı duruyordu.
Alistair onları karşılamak için ayağa kalktı fakat zincirler şangırdayarak bileğine battı ve bacaklarına korkunç bir acı dalgası gönderdi.
"Erec iyi mi?" diye sordu Alistair çaresizce. "Lütfen söyleyin. Yaşıyor mu?"
"Yaşayıp yaşamadığını hangi cüretle soruyorsun," diye yüzüne patladı Dauphine.
Alistair merhamet göstermesini umarak Erec'in annesine döndü.
"Lütfen, sadece yaşadığını bilmeme izin verin," diye yalvarırken kalbi kırılıyordu.
Annesi kederle başını salladı, hayal kırıklığıyla ona bakıyordu.
"Yaşıyor," dedi titrek sesiyle. "Ancak ölümcül yaraları var."
"Beni ona götürün!" diye ısrar etti Alistair. "Lütfen, onu iyileştirmem gerek!"
"Seni ona mı götürelim?" diye tekrar etti Dauphine. "Bu ne cüret. Kardeşimle aynı odada bile olamazsın aslına bakarsan bir yere gittiğin filan da yok. İdamından önce son bir kez sana bakmaya geldik."
Alistair'in kalbi sıkıştı.
"İdam mı?" diye sordu. "Bu adada adalet yok mu? Burada adalet sistemi denen hiç mi bir şey yok?"
"Adalet mi?" dedi Dauphine kıpkırmızı suratıyla öne gelerek. "Adalet istemeye nasıl cüret edersin? Kanlı kılıcı senin elinde, can çekişen ağabeyimi kollarında bulduk sen hala adaletten bahsetmeye cüret ediyorsun. Adalet yerini buldu."
"Ama size söylüyorum, onu ben öldürmedim!" diye yalvardı Alistair.
"Doğru dedi," Dauphine, sesi alay doluydu, "gizemli bir adam mucizevi bir biçimde odaya girdi, onu öldürdü sonra da kaybolarak eline silahını tutuşturdu."
"Gizemli bir adam değildi," diye ısrar etti Alistair. "Bowyer'dı. Kendi gözlerimle gördüm. Erec'i öldürdü."
Dauphine kaşlarını çattı.
"Bowyer ona yazdığın mektubu gösterdi bize. Onunla hayatını birleştirmek istediğini, Erec'i öldürerek yerine onunla evlenmek istediğini yazmışsın. Sen hasta bir kadınsın. Kardeşimle evlenip Kraliçe olmak neyine yetmedi?"
Dauphine, Alistair'e mektubu verince kalbi okurken ağrıdı:
Erec öldüğünde, hayatımızı birlikte geçireceğiz.
"Ama bu benim yazım değil!" diye karşı çıktı Alistair. "Bu mektup sahte!"
"Eminim öyledir," dedi Dauphine. "Eminim kendine göre her şey için makul bir açıklaman vardır."
"Ben böyle bir mektup yazmadım!" diye ısrar etti Alistair. "Ağzınızdan çıkanı kulağınız duyuyor mu? Bu hiç mantıklı değil. Neden Erec'i öldüreyim? Onu tüm kalbimle seviyorum. Neredeyse evleniyorduk."
"Tanrıya şükür evlenmediniz," dedi Dauphine.
"Bana inanmak zorundasınız!" diye ısrar etti Alistair Erec'in annesine dönerek. "Bowyer Erec'i öldürmeye çalıştı. Tahta geçmek isteyen odur. Kraliçe olmak gibi bir derdim yok. Hiç olmadı."
"Endişelenme," dedi Dauphine. "Asla olamayacaksın zaten. Hatta yaşamayacaksın bile. Biz burada, Güney Adalar'da adaleti hemen teslim ederiz. Yarın idam edileceksin."
Alistair mantıkla ikna olmayacaklarını fark edince kafasını salladı. İçini çekerken, kalbi ağırlaşmıştı.
"Buraya bunun için mi geldiniz?" diye sordu zayıf bir sesle. "Bunu söylemek için mi?"
Dauphine sessizce alay eder gibi gülümsedi, Alistair bakışlarındaki nefreti hissedebiliyordu.
"Hayır," diye cevap verdi Dauphine uzun ve ağır sessizliğin sonunda. "Buraya cezanı telafuz etmeye ve cehenneme gitmeden önce sana son kez bakmaya geldik. Tıpkı kardeşimizin yaşadığı gibi, sen de acı çektirilerek öleceksin."
Birden kıpkırmızı olan Dauphine öne atılarak tırnaklarını çıkardı ve Alistair'in saçlarını yakaladı. Her şey çok çabuk olmuştu. Alistair karşılık verecek zamanı bulamamıştı. Dauphine gırtlaktan gelen sesiyle çığlık atarken Alistair'in yüzünü tırmaladı. Alistair engellemek isterken ellerini kaldırdı, diğerleri de Dauphine'yi geri çekmek için öne geldiler.
"Bırakın beni!" diye bağırdı Dauphine. "Onu şimdi öldürmek istiyorum!"
"Adalet yarın yerini bulacak," dedi Strom.
"Onu buradan çıkartın," diye emretti Erec'in annesi.
Muhafızlar öne gelip Dauphine'i odadan çekiştirdiklerinde karşı çıkarak tekmeledi ve bağırdı. Strom onlara katıldı ve kısa süre sonra odada Alistair ve Erec'in annesi dışında kimse kalmadı. Kapıda durdu, yavaşça dönüp Alistair'e baktı. Alistair nezaket veya şefkat kırıntısı görmek içim yüzünü taradı.
"Lütfen bana inanmalısınız," dedi Alistair ciddiyetle. "Diğerlerinin hakkımda ne düşündüğü umurumda değil. Ama sizi umursuyorum. Bana, tanıştığımız andan itibaren nazik oldunuz. Oğlunuzu ne kadar sevdiğimi biliyorsunuz. Bunu kesinlikle yapmış olamaycağımı biliyorsunuz."
Erec'in annesini onu inceledi, gözleri sulandı, bocalar gibiydi.
"Bu nedenle burada kaldınız öyle değil mi? " diye ısrar etti Alistair. "Bu yüzden oyalandınız. Çünkü bana inanmak istiyorsunuz. Çünkü haklı olduğumu biliyorsunuz."
Uzun bir sessizlikten sonra annesi nihayet kafasını salladı. Bir karar vermiş gibi ona doğru bir kaç adım attı. Alistair, Erec'in annesinin gerçekten ona inandığını görebiliyordu, bu onu bir nebze rahatlatmıştı.
Annesi öne atılıp ona sarıldı, Alistair de onu kucakladı ve omuzu üzerinde ağladı. Erec'in annesi de göz yaşlarına hakim olamadı ve sonunda geri çekildi.
"Beni dinlemelisiniz," dedi Alistair aceleyle." Bana ne olacağı, ya da diğerlerinin hakkımda ne düşündüğü umurumda değil. Ama Erec'e ulaşmak zorundayım. Hemen. O ölüyor. Sadece kısmen şifa verdim ve tamamlamam gerekli. Eğer tamamlayamazsam ölecek."
Annesi onu süzdü, nihayet gerçeği söylediğini fark ediyor gibiydi.
"Tüm olanlardan sonra," dedi,"tek umurumda olan oğlum. Ona gerçekten değer verdiğini ve böyle bir şeyi asla yapamayacağını artık görebiliyorum."
"Elbette yapmam," dedi Alistair. "O barbar Bowyer tarafından tuzağa düşürüldüm."
"Seni Erec'e götüreceğim," dedi. "Bu hayatımıza bile mal olsa, bu uğurda ölürüz. Beni takip et."
Annesi zincirlerini çözdü ve Alistair hücreden çıkarken onu aceleyle takip etti, ardından zindanlardan geçerek Erec için her şeylerini feda etmek üzere ilerlediler.
SEKİZİNCİ BÖLÜM
Gwendolyn geminin pruvasında dururken okyanus yüzünü okşuyordu, etrafında halkıyla çevrili halde kucağında kurtarılan bebeği tutuyordu. Denizde yol alırken Yukarı Adalar'dan çoktan uzaklaşmışlardı ve hepsi şok içinde suları seyrediyorlardı,. İki gemi onlara katılmıştı ve Halka'dan yola çıkan muazzam donanmadan geriye kalan tek şey bunlardı. Gwen'in halkı, ulusu, Halka'nın gururlu vatandaşları hayatta kalan bir kaç yüz insan , sürgünde, denize açılmış, evsiz ve yeniden başlamak için bir yer arayan bir ulusa dönmüştü. Hepsi de onlara liderlik etmesini bekliyordu.
Gwen saatlerdir olduğu gibi denize dikkatli gözlerle bakıyordu, okyanus sisinin püskürttüğü soğuğa bağışıklık kazanmıştı. Sisin içerisine bakarken kalbinin kırılmasını hissetmemeye çalışıyordu. Kollarındaki bebek nihayet uykuya dalmıştı, Gwen'in tek düşünebildiği ise Guwayne'di. Kendinden nefret ediyordu, onu denize bırakmakla o kadar aptallık etmişti ki. O sırada en iyisi buymuş gibi gelmişti, sanki yanı başlarındaki kesin ölümden onu kurtarmanın tek yolu bu gibi hissetmişti. Olayların bu şekilde yön değiştireceğini, ejderhalara bu şekilde hükmedileceğini kim öngörebilirdi? Eğer Thor, o an görünmeseydi şu an hepsi ölmüş olacaklardı ki Gwen bunu asla tahmin edemezdi.
En azından halkının ve donanmasının bir kısmını ve bu bebeği kurtarmayı başarmış ve en azından hepsi bu adadan hayatta kalarak çıkmayı başarabilmişlerdi. Fakat Gwen, ileriye yol alırken artık daha uzaktan gelen ejderhaların kükremesi ne zaman havayı delse ürperiyordu. Gözlerini kapatıp yüzünü buruşturdu; orada devam eden destansı bir savaşın olduğunu biliyordu, Thor bu savaşın tam ortasındaydı. Her şeyden çok orada, onun yanı başında olmak istiyordu. Fakat aynı zamanda bunun boşuna bir çaba olacağının farkındaydı. Thor o ejderhalarla savaşırken bir işe yaramayacaktı ve bunu yaparak sadece halkını öldürmeleri için ejderhalara maruz bırakmış olurdu.
Gwen durmadan Thor'un yüzünü görüyordu ve onu tekrar görmek Gwen'i parçalara bölüyordu, hiç konuşma şansı bulamadan, onu ne kadar özlediğini ve ne kadar sevdiğini söyleyecek bir an bile yaratamadan çabucak uçtuğunu görmek zorunda kalmıştı.
"Leydim, bir rotayı takip etmiyoruz."
Gwendolyn döndü ve yanı başında duran Kendrick'i gördü, onun yanında Reece, Godfrey ve Steffen duruyor hepsi ona bakıyorlardı. Kendrick'in bir süreden beri onunla konuşmak istediğini fark etmişti ama sözlerini duymamıştı bile. Döndü ve ellerinin yumrularına baktı, ahşabı sıkmaktan beyazlaşmışlardı, sonra okyanusa baktı, Guwayne'i bulduğunu düşündüğü her bir dalgayı dikkatle incelerken bu zalim ve acımasız denizde sadece başka bir yanılsama olduğunu fark ediyordu.
"Leydim," diye devam etti Kendrick sabırla, "halkınız onlara yön belirlemenize ihtiyaç duyuyor. Kaybolduk. Gidecek bir yer bulmalıyız."
Gwen üzgün bir şekilde ona baktı.
"Gideceğiniz yer bebeğimin yanı," diye cevapladı, dönüp tırabzanlardan bakarken kederden ağırlaşmış ses tonuyla.
"Leydim, oğlunuzu bulmayı herkesten çok istiyorum," diye ekledi Reece, "ancak nereye açıldığımızı bilmiyoruz. Hepimiz Guwayne için hayatımızı tehlikeye atarız ancak şunu bilmelisiniz ki nerede olduğunu bilmiyorum. Yarım gündür kuzeye yol alıyoruz fakat dalgalar ya onu güneye taşıdıysa? Ya da doğuya? Belki batıya? Ya gemilerimiz ondan şu an daha da uzaklaşıyorlarsa?"
"Bunu bilemezsin," diye cevap verdi Gwen savunmaya geçerek.
"Kesinlikle," dedi Godfrey. "Bilmiyoruz – Konu tam olarak bu. Hiç bir şey bilmiyoruz. Eğer bu engin okyanusta daha ilerlersek Guwayne'i asla bulamayabiliriz. Halkımızı da evden çok daha uzağa götürmüş oluruz."
Gwendolyn döndü, katı ve soğuk gözlerle ona baktı.
"Bir daha asla böyle konuşma," dedi. "Guwayne'i bulacağım. Yapacağım son şey bu olsa da, son nefesimi veriyor olsam bile onu bulacağım."
Godfrey gözlerini eğdi ve Gwen hepsinin yüzüne bakarken her birinde keder, sabır ve anlayış gördü. Öfke dalgası dinince, fark etmeye başladı. Aslında onu seviyorlardı. Elbette Guwayne'i de seviyorlardı ve endişelerinde haklıydılar.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «ЛитРес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на ЛитРес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.






