- -
- 100%
- +
Kartın içinde “Doğum gününde, kız kardeşim için,” yazıyordu. Max karta herhangi bir mesaj yazmamıştı, sadece üstüne “Kate” ve altına da “Max” yazmıştı. Bu basit karta bakmak ona acılı, berbat sabahı hatırlatmış ve kalbinin yeniden sıkışmasına neden olmuştu. Kate’in alt dudağı titremeye başlamış ve Kate buna engel olamamıştı.
Dinah kollarıyla arkadaşını sararak, “Kate!” diye bağırdı. “Sorun nedir?”
Gözyaşları içinde konuşmaya çalıştı ama başaramadı. Üç kız da evdeki hayatının ne kadar zor olduğunu biliyordu – üç yıldır onu dinliyor ve ona yardımcı olmaya çalışıyorlardı – ve arkadaşları için gerçekten endişeleniyorlardı.
“Annem dedi ki,” diye başladı Kate güçlükle nefes alarak, “üniversiteye gidemeyecekmişim. Madison’ın okul masraflarını karşılamak için çalışmak zorundaymışım.”
Amy’nin ağzı şaşkınlıktan açık kaldı. Dinah Kate’e acı dolu bir ifadeyle baktı. Nicole kolunu sıktı.
Amy, “Bunu yapamaz!” diye bağırdı.
Nicole kaşlarını çatarak, “Bu hiç adil değil,” dedi. “Evden kaçmak istersen her zaman bizimle kalabilirsin.”
“Veya bizimle de,” diye Dinah ekledi. “Annem seni seviyor. Bunu biliyorsun.”
Kate “Teşekkürler,” diye mırıldandı. “Ama üniversiteye gidemezsem ne yapacağımı bilmiyorum. B planım yok yani, anlıyorsunuz ya?”
Kızlar kafalarını salladılar. Daha önce üniversite hakkında çok konuşmuşlardı, hatta aynı üniversiteye giderek ayrılmamak gibi bir planları da vardı.
Kate, “Ne yapacağımı bilmiyorum,” dedi ve yeniden gözyaşlarına yenildi.
Any, “Tahminime göre Madison yine sana arka çıkmamıştır, dedi. Kate’i desteklemediği için Madison’dan nefret ediyor ve her zaman Kate’e kız kardeşine o kadar yüz vermemesini söylüyordu. Amy’ye göre Madison övgülerini ve ilgisini toplamak yerine, annelerinin Kate’e o kadar kötü davranmasına engel olmalıydı.
Kate somurtkan bir şekilde, “Hayır,” diye yanıt verdi.
Nicole, “Hey,” dedi arkadaşına sarılarak. “Her şey iyi olacak. Biz yanındayız ve seni kollayacağız. Her şeyi yoluna koyacak bir şey gerçekleşecek. Söz.”
Kate onun nasıl böylesine emin olabildiğini bilmiyordu. Nicole her zaman bir şeyleri değiştirmekten ve yoluna koymaktan bahsederdi, ancak Kate için değişen her şey daha da kötüye gidiyordu. Babasının içki sorunu kötüye gidiyor, annesinin hayatı üzerindeki tahakkümü daha güçlü hale geliyor, Madison altın çocuk rolünü daha çok oynayıp daha da el üstünde tutuldukça giderek daha da uzaklaşıyordu. Kate’in hayatı sürekli yokuş aşağı gidiyordu ve üniversiteye gitme şansını yitirmesi de son perde olmuştu.
Nicole hala konuşmaya devam ediyordu. “Okul balosu yaklaşıyor,” diyordu. “Orada ne olacağını kim bilebilir?”
Kate, “Ah, lütfen,” diye yanıt verdi. “Şu anda erkekler düşünebileceğim son şey.”
Amy, “Gerçekten mi?” diye şaşırarak sordu. “Çünkü otoparkta Tony Martin’in Kate Roswell’e sarıldığını görür gibi oldum da.”
Üzüntüsüne rağmen bunun düşüncesi bile Kate’e iyi geldi. Yüzüne bir gülümsemenin yayıldığını hissetti. “Evet. Şey, maskara ile gözlerimin çok güzel göründüğünü söyledi.”
Dinah, “Aman Tanrım!” diye bağırdı. “Senden kesinlikle hoşlanıyor!”
Kate güldü ve kafasını salladı. “Bilmiyorum. Herkese karşı çok nazik.”
Amy, “Evet, nazik,” dedi, “ama baştan çıkartıcı değil!”
Nicole’ün üzerinde zafer kazanmış edası vardı. “Her şeyin çok yakında yoluna gireceğini söylememiş miydim?”
Kate elini sallayarak arkadaşlarının heyecanını dağıtmak istedi.
“Bence her şey sandığınız gibi değil,” dedi.
Dinah kaldığı yerden devam etti: “Belki de okul balosu için sana teklifte bulunacaktır.”
Bunun düşüncesi Kate’in içinde bir heyecan patlamasına yol açtı. Ona teklifte bulunma ihtimali var mıydı? İşte o an maskarayı ve nasıl ağladığını hatırladı.
Kate panik halinde, “Aman Tanrım, gözlerim akmış mı?” diye sordu.
“Hayır kızım,” diye yanıt verdi Dinah. “Gayet iyi görünüyorsun. Ama öğle yemeği için doğum günü hediyesi olarak seni biraz süsleyip püsleyeceğim!”
Dinah makyaj yapmayı seviyordu. Ailesi çok büyük olduğundan modaya uygun ayakkabıları ve elbiseleri alamıyordu ve bundan dolayı giysilerini kendisi tasarlayıp makyajını kendi yapıyordu. Çok yaratıcıydı. Her zaman başkalarını görünüşleri üzerinde deney yapmaya teşvik ederdi. Nicole diğerleri arasında iddialı görünmeyi seven tek kişiydi. Amy ailesini çıldırtmamak için sadece görünmeyi tercih ediyor, ama yine de şans bulduğunda mini etekler ve yüksek topuklu ayakkabılar giymeyi seviyordu.
Kate kimliğini moda üzerinden ortaya koymayan tek kişiydi. Yaptığı seçimlerin büyük çoğunluğunun annesini kızdırma amacını güttüğünü hissediyordu. Annesinin ipeksi, süslü, pastel renkli elbiselerini giymeyi ve geçit törenlerine gitmeyi bıraktığından beri erkeksi bir görünüme bürünmüştü. Ama gerçekten erkeksi mi olduğunu, yoksa böyle giyindiğinde annesini kızdırmaktan hoşnutluk mu duyduğunu tam olarak bilmiyordu.
Kate gülümsedi. Tony’nin kendisini okul balosuna davet etme şansı varsa, bunun için her şeyi yapardı. Oldukça sıkıntılı geçen sabahın ardından kendisini çok daha iyi hissediyordu. Arkadaşlarının her zaman yanında olacağını biliyordu.
Kate, “Bakın, eğer Tony bana bugün baloya birlikte gitmeyi teklif etmezse de sorun değil,” diye ekledi. “Baloya her zaman birlikte gidebiliriz.”
Amy, “Bunu söylediğine çok sevindim,” diye cevap verdi. “Ailem bir erkekle aynı arabaya binmeme izin vereceğini sanmıyorum.”
Hep birlikte güldüler. Birbirlerine güvenebileceklerini bilmek harikaydı, okul balosunda eğlenmek için erkeklere güvenmek zorunda değillerdi.
Zil çaldı ve kızlar kalkıp her biri kendi yoluna gitti. Amy ve Kate’in birlikte matematik dersleri vardı; kol kola koridorlarda yürümeye başladılar.
Kate birden Amy’nin kolunu sıktığını hissetti. Kaasını kaldırınca Madison’ın arkadaşı amigo kızlarla birlikte dolapların çevresinde dolaştıklarını gördü. Arkası Kate ve Amy’e dönüktü ve onların arkasında olduğunu bilmeden kızların katıla katıla gülmelerine neden olan bir hikâye anlatıyordu.
“Daha sonra annem dedi ki, ‘Genç bayan, Madison’ın üniversiteye gidebilmesi için benim gibi bir temizlikçi olacaksın.’ Buna inanabiliyor musunuz? Ben de kendi kendime dedim ki, ‘Aman Tanrım, kız kardeşimi bir köleye dönüştürüyor!’ Ve bütün bunlar onun doğum gününde oldu! On yedinci yaş günümde bana araba almışlardı. Ona ise hiçbir şey alan olmadı.”
Bir kahkaha kopardı ve diğer kızlar da onu izledi. Kate’in midesine kramplar girmeye başladı. Madison ona nasıl böyle gülebilirdi? Madison’ın evde ona arka çıkmadığını biliyordu, ama arkadaşlarıyla onun başına gelenler hakkında dedikodu yaptığının farkında değildi.
Amy Kate’in koluna daha sıkı girdi ve onu destekleyip ayakta durmasını sağladı. Onu yönlendirerek Kate’in Madison’ın ve diğer kötü kızların yanından yürüyüp geçmesini sağladı. Kate geçerken Madison’ın onu tanıyacağını ve konuştuklarını duyduğunu fark edeceğini biliyordu.
Kız kardeşinin yanından geçerken omzunun üzerinden ona baktı. Gözleri kesişti ve Madison’ın yüzünde şaşkın bir ifade oluştu. Ama bunun dışında, Kate’in duygularını incittiğini fark ettiğini gösteren hiçbir iz yoktu. Daha sonra başka tarafa baktı ve dikkatini tamamen arkadaşlarına verdi.
Kate kendini sınıfa attı, kendini hiç olmadığı kadar kötü hissediyordu.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Kate ilk iki dersi güçlükle bitirdi, ama kendini hala pek iyi hissetmiyordu. Zil çaldığında öğlen yemeği saatinin geldiğini ve yenide arkadaşlarıyla birlikte olacağını düşünerek rahatladı.
Kate kalabalık kafeteryada arkadaşlarıyla birlikte sıraya geçti ve yemeklere çok yakından bakmamaya çalıştı. Yemek seçmek çok zordu. Bir vejetaryen olan Nicole ne yiyeceğine karar vermekte her zaman çok zorlanırdı. Bugün patates ve kuru fasulye yiyecekti, Dinah ve Amy ise tavuklu tikka masala ve pilav alarak yiyeceklerini kolay bir şekilde seçtiler. Kate curry sosunun çok yağlı olduğunu düşünüyordu, ama normalden daha iri olan Dinah pek umursamıyordu, çünkü uzundu ve cüsseliydi. Amy çok zayıftı ve kilo alma korkusu olmadan istediği her şeyi yiyebilirdi. Nicole çok fazla titizleniyormuş gibi görünmemeye çalışıyordu.
Sonunda Kate salatada karar kıldı. Annesinin kilosu hakkında söylediklerinin temelsiz olduğunu biliyordu, ama yine de birkaç kilo verirse annesinin kendisine o kadar sert davranmayabileceğini düşünüyordu.
Dinah tabağını görünce, “Kızım,” dedi, “lütfen bana sadece bunu yiyeceğini söyleme. Bugün senin doğum günün! En azından bir tatlı al!”
Kate oturduğu yerde alçaldı.
“Aslında, Tony öğle yemeğinde beni görürse bana pasta getireceğini söyledi,” dedi.
Diğer üç kız birbirlerine bakarak sırıttılar. Kate bundan bahsettiği için kendisini aptal gibi hissetti.
Nicole birden, “Aman Tanrım,” dedi.
Herkes konuşmayı bıraktı ve onun nereye baktığını görmeye çalıştı.
Kafeteryaya çok yakışıklı bir çocuk girmişti.
Kate arkasını dönerken, “Aman,” dedi. “Bu Elijah. Son sınıfa gidiyor, okula bir ay önce başladı. Madison’ın onun hakkında konuştuğunu duydum.”
Nicole sesinde en ufak bir sertlik olmadan, “Bu yakışıklı okulda bir aydır dolaşıyor ve ben onu daha ancak şimdi mi görüyorum?” dedi. Çarpılmış gibiydi, gözlerini ondan alamıyordu.
Dinah da ondan hoşlanmış gibiydi.
“Kesinlikle. Aynı Titanik’teki Leonardo Di Caprio gibi.”
Nicole, “Ama düşünceli,” diye mırıldandı. “Karanlık ve düşünceli.”
Kate bir daha baktı. Elijah gerçekten de çok çekiciydi. Ama Madison’ın annesine anlattıklarından duyduğu kadarıyla, Elijah yalnızdı. Hiçbir zaman birisiyle dolaştığı görülmemişti. Bir ay önce okula geldiğinde Madison onu kendi arkadaş grubuna katmaya çalışmıştı, ama o isteksiz davranmıştı; Madison bunu bir küçümseme olarak algılamıştı. Bundan sonra da onun bir kaçık olduğuna ve ilgi gösterilmeyi hak etmediğine karar vermişti.
Gerçekten de eşine az rastlanan biri gibiydi. Aslında bu büyük ihtimalle Kate’in onu bir kafeterya gibi kalabalık bir yerde ilk görüşüydü. San Marcos büyük bir okuldu ama Elijah gibi birisi öyle kalabalık içerisinde kolay kolay kaybolup gitmezdi. Onu neden daha sık görmemiş olduğunu merak etti.
Nicole, “Okul balosu hakkında konuştuklarımızı hatırlıyor musun?” dedi. “Hepsini unutun. Eğer baloya onunla gidersem üçünüzü de ekerim!”
Herkes gülmeye başladı. Kate dışında. Kate Elijah’a bakıyor, insan kalabalığı içinde nasıl davrandığını izliyordu. Uçacak gibi hafif görünüyordu ve sanki yürümüyor da kayıp gidiyordu. Çok zarif bir hareket tarzı vardı, her bir adımı dans eder gibi atıyordu. Çok büyüleyiciydi.
Daha sonra birilerinin ona baktığını fark etmiş gibi kafasını çevirdi. Kalabalık kafeteryanın ta diğer ucundan gözleri kesişti. O an Kate’in üzerinden daha önce hiç yaşamadığı bir heyecan dalgası geçti. Sanki elektrik çarpmıştı, vücudundaki her bir sinir ucu alev alev yanıyordu.
Daha genç birkaç çocuk Kate’in masasını önünden geçti ve görüş açısını kapattı.
Onlar geçene kadar Elijah çoktan gitmişti.
Kafasını çevirdi ve daha önce yürümekte olduğu yöndeki kapıdan çıkarken onu görmeye çalıştı ama göremedi. Kaybolmuştu.
Kate gülüşen arkadaşlarına, “Kızlar,” dedi, “siz de bunu gördünüz mü?”
Hepsi kafaları karışık bir şekilde ona baktı.
“Neyi?”
“Elijah. Bir saniye önce oradaydı ve birdenbire kaybolup gitti.”
Birkaç saniye önce olduğu yere bakıyordu. Kafeteryadan böylesine hızlı bir şekilde çıkıp gitmesi olanaksızdı.
Nicole, “Elijah,” diye güldü, iki eliyle rol yapar gibi kalbini tuttu. Daha sonra alaycı bir saldırganlıkla Kate’e baktı. “Onun için seninle savaşacağım. Yumruklar, saç çekmeler, tırnakla kazımalar, elimde neyim var, neyim yoksa hepsiyle savaşacağım.”
Kızlar yeniden gülmeye başladılar, ama Kate onlara katılmadı. Bakışları Elijah’ın kısa bir süre önce durduğu yere takılıp kalmıştı. Serseme dönmüştü.
Az önce şahit olduğu şey tam olarak neydi?
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Kate yanında diğer kızlarla birlikte kalabalık koridorlara geri döndü, kendi dünyasına gömülmüştü. Hala sersem gibiydi. Diğer kızlar neden bu kadar etkilendiğini hala anlamış değillerdi ve Elijah’ın gözlerinin önünde kelimenin gerçek anlamıyla ortadan kaybolup gittiğini her ileri sürdüğünde, bunu bir şekilde açıklamaya çalışıyorlardı. Bunu onlara anlatmaya çalışmaktan yorulmuş ve öğle yemeğini asık suratla terk etmek zorunda kalmıştı.
Okul bitene kadar Kate’in midesi kazınmaya başlamıştı. Tüm yediği sadece yoğurt ve salatadan ve ayrıca Dinah’ın ona verdiği kutudaki çikolatalardan ibaretti. Duygusal geçen sabahtan sonra buraya kızgın ve hızlı bir bisiklet yolculuğuyla gelmiş ve Elijah’ın ortadan kaybolmasının garipliği de buna eklenince bütün bunlar onu zayıf düşürmüş ve sersemletmişti.
Bisikletinin kilidini açtı ve eve doğru sürmeye başladı, acele etmemeye çalışıyordu; düşmek istemiyordu. Kitapları ve arkadaşlarının hediyeleriyle dolu çantası ağırdı ve bisiklet sürmeyi daha da yorucu hale getiriyordu.
Akşam saat üçte güneş o kadar da yakıcı değildi ve okyanustan serinletici bir esinti geliyordu. Kate uzaktan Rattlesnake Kanyon Parkını görebiliyordu. Burası en sevdiği yerlerden birisiydi. Doğayı, doğanın sessizliğini ve güzelliğini seviyordu. Hafta sonları oraya gidip hayatı hakkında düşünmeyi seviyordu. Burası ona dünyanın çok büyük olduğunu ve evde ki yaşamının dünyada deneyimleyebileceği şeylerin sadece ufak bir tanesi olduğunu hatırlatıyordu.
Ama dünyayı hiç tam anlamıyla görebilecek miydi? Üniversiteye gitmeden istediği hayatı nasıl yaşayabilirdi ki? Bir yıl daha Kaliforniya’da takılıp kalmak ve annesinin yaptığı gibi, onun yanında, gölgesi gibi zenginlerin evlerini temizlemek düşüncesine katlanamıyordu. Bu adil değildi! Madison’ın okul giderleri için neden para kazanmak zorundaydı? Madison Kate’in yarısı kadar bile çalışkan değildi ve üniversiteye sadece erkeklerle tanışmak için gitmek istiyordu.
Daha sonra Kate kazanacağı paranın bir kısmını bir kenara koyup Doğu Yakasına giden bir uçağa bilet almaya ve bir gün ortalıktan kaybolup gitmeye karar verdi. Bu çok dramatik bir çözümdü, ama başka bir seçeneği var mıydı ki?
Kate kendi düşünceleri içinde o kadar kaybolmuştu ki, önündeki bir kalabalığı neredeyse onlara çarpana kadar fark etmemişti. Bunlar okuldaki son sınıflardı, bağıra çağıra kaldırımda ve yolda bir şeyler yapıyorlardı. Kate onların etrafından dolaşmak üzereydi ki, çocukların arasında birisinin bulunduğunu fark etti. Herkesin sırayla vurup ittirdiği bir çocuk aralarında bir voleybol topu gibi gidip geliyordu. Kate bu çocuğun koyu renk saçlarını ve narin yüz hatlarını tanıdı. Bu Elijah idi.
Kate, “Hey!” diye bağırdı ve frenlere basarak grubun yanında durdu. “Onu bırakın!”
Çocuklardan birisi döndü, kaşlarını çatarak ona baktı. “Git buradan küçük kız,” dedi zalim bir şekilde. “Erkek arkadaşının bir kız tarafından kurtarılmak istediğini sanmıyorum.”
İşte ancak o zaman Kate Elijah’a tam olarak bakabildi. Mahvolmuştu. Tişörtünün omzu yırtılmıştı. Ama çocuklar Kate’i görmezden gelip onu yeniden itip kakmaya başladıklarında kendisini savunmaya çalışmadı bile.
“Elijah!” diye bağırdı. “Onlara karşı koysana!”
İşte o zaman ona baktı, sanki onu ilk defa görüyor gibiydi, ama yürümeye devam etti. Kate bunu bir türlü anlayamadı.
Ama Kate, kızların erkekleri savunamayacağına dair saçma bir inanç yüzünden Elijah’ı bu halde bırakmayacaktı. Bisikleti vardı ve bu sayede onlardan daha hızlıydı ve bisikletini vurup kaçmak için bir silah olarak kullanabilirdi.
Ağır ve içindeki kitaplardan dolayı yumru yumru olmuş sırt çantasını eline aldı. Çantasını salladı ve çocuklardan birisinin sırtına indirdi.
Çocuk ileri doğru tökezlerken, “Hey!” diye bağırdı. “Git işine, kaçık.”
Kate’ten çok korkmuşa benzemiyordu, ama Kate çocuğun arkadaşlarına rezil olmamak için böyle görünmeye çalıştığını umuyordu.
Belki de son sınıfa giden çocukların arasında silah olarak sadece çanta ve bisikletle dalmak aptalcaydı, ama bilmediği bir tür güç Kate’in kontrolünü ele almıştı, tıpkı yuvasını korumaya çalışan bir kaz gibiydi. Elijah’ı ona kötü muamele yapanlardan koruyordu, tıpkı Madison’ın kendisini ona kötü muamele yapan annesinden korumasını istediği gibi.
Kate Aynı yoldan geri döndü ve bisikleti mümkün olduğunca hızlı sürerek onları dört bir yana dağıttı.
Yoldan çekilen çocuklardan biri, diğerine, “bu manyak da kim?” diyordu.
Kate’in çantasını savuruşuna gülen diğer çocuk, “Bu Marion’ın kız kardeşi değil mi?” diye cevap verdi.
İlki, “çok çirkin,” dedi. “Ama Madison çok güzel. Evlat edinilmiş olmalı, değil mi?”
Bu kaba yorumlardan daha da öfkelenen Kate yeniden saldırdı. Çantasıyla bir çocuğa daha vurdu ve bu sefer öyle sert vurmuştu ki, çocuk bir diğerinin üstüne düştü. İkisi birden yeri boyladı.
Çocuklar daha fazla rezil olmamak için dağıldılar, üzerlerine dadanan eşek arısından korkup dondurmalarını bırakıp giden küçük çocuklar gibiydiler. Kate’in başlarına Elijah’a değmeyecek kadar çok bela açabileceğini fark etmişlerdi.
Kate heyecan ve yorgunluktan nefes nefese kalmıştı, ama zafer kazanmış olmanın verdiği bir heyecan da yok değildi. Yolda boş boş dolaşarak uzaklaşan çocuklara öfkeyle baktı, daha sonra Elijah’a bakmak için döndü.
Ama Elijah gitmişti.
Kate, “Hey!” diye bağırdı. İnsan en azından gitmeden bir teşekkür ederdi.
Kafasını dört bir yana çevirerek nereye gittiğini görmeye çalıştı. Ama baktıkça, Elijah’ın bu kadar kısa bir süre içerisinde görüşünden hemen çıkabilmesinin olanaksız olduğunu anladı. Yolun bu tarafında girebileceği herhangi bir ev veya dükkân yoktu; bir tarafta kayalık sırt, diğer taraftaysa aşağıdaki sokağın evlerinin çatılarına inen küçük bir uçurum vardı. Nereye gitmiş olabilirdi?
Patlak güneşe karşı gözlerini kısarak etrafına baktı, ama hiçbir yerde onu göremedi. Daha sonra tepenin en altında bir siluet gördü, Elijah’ın o zarif, belirgin yürüme şeklini tanıdı. Bu kadar kısa sürede o kadar uzağa nasıl gidebildiği hakkında hiçbir fikri yoktu. Adrenalininle birlikte zaman konusunda yanılmış olabileceğini düşündü, ama içinde rahatsız bir duygu filizleniyordu. Tıpkı kafeteryadaki gibi olmuştu. Elijah’ın çok kısa sürelerde akıl almaz mesafeler kat edebildiğinden artık emindi.
Kate onun peşinde düşmesine neyin neden olduğunu bilmiyordu. Bu belki de on yedi yaşına girmek ve insanların yaptıkları haksızlıkları sineye çekememekle ilgiliydi, ama en azından onu kurtardığı için bir teşekkürü hak ettiğini düşünüyordu. Çocuklara vururken Dinah’ın hediye ettiği çikolata kutusunu ezmişti. Çantasının içi çikolataların arasındaki yapış yapış pembe dolguyla dolmuştu. Ayrıca çantasındaki Romeo ve Juliet kitabının kapağında da koca bir kat izi oluşmuştu.
Bisikletini Elijah’a doğru sürmeye başladı. Önünde çok uzun bir yol vardı ve zaman zaman yokuş aşağı gidiyordu. Kate’in tek yapması gereken öne doğru eğilmek ve yer çekiminden yararlanarak tepeden aşağı inmekti. Normalde çok yavaş, dikkatli bir bisikletçiydi ve genelde heyecan peşinde koşmazdı; ancak tepeden aşağı inerken rüzgârın saçlarını okşaması hoşuna gitmişti.
Elijah’ın duyabileceğini düşündüğü bir mesafeye geldiğinde, “Hey!” diye bağırdı.
Döndü ve şaşkın bir yüz ifadesiyle ona baktı. Bir kez daha gözleri karşılaştı ve Kate’in içine çok garip bir duygu doğdu. Elijah’ın gözlerinde bir yoğunluk vardı, gözlerinin ardında lanetli bir ifade bulunuyor gibiydi. Gözler gerçekten ruhun aynasıysa, Elijah’ın ruhu zamanından çok önce yaşlanmıştı.
Vücudunu baştan aşağı sarak duygulardan afallamış olan Kate frenleri sıktı. Ama normalde hızlı gidiyordu, bisikleti eskiydi ve frenleri de biraz eskimişti; bu yüzden istediği kadar hızlı bir şekilde duramadı. Yolun sonuna doğru çılgınca bir hızla gidiyor, neredeyse uçuyordu. Dehşet içinde yolun sonunda otoyol olduğunu fark etti.
Zamanında duramayacağını anlayınca Kate’in kalbi yerinden fırlayacakmış gibi atmaya başladı. Doğrudan yola doğru gidiyordu.
Kaçınılmaz, durdurulması zor bir şekilde ölüme doğru gittiğine kanaat getirdiğinde zaman ona daha da acı verecek bir şekilde yavaşlamıştı. Bisikleti “Dur” işaret geçti, hiçbir işe yaramayan frenleri cayırdıyor ve etrafına yanmış lastik kokusu salıyordu. Daha sonra yolun beyaz işaretlerinin – ve yoldaki trafiğin ortasına dalıverdi.
Kate bir karavanın ona doğru geldiğini gördü. İrkilen şoförün gözlerini gördü – ve daha sonra çarpma anını hissetti.
Kate karavana çarpmıştı. Hiçbir acı hissetmemişti, ancak çıkan kulakları sağır edercesine yüksek sesten bir şeylerin kırıldığını anladı. Büyük ihtimalle her şey kırılmıştı.
Ön cama çarpıp yeniden geri gelirken arabanın kornası acı acı çalmaya başlamıştı. Bisikleti havada uçmuş ve daha sonra yere düşmüştü. Kate karavanın ön tarafından yere yuvarlanmış ve kafa üstü düşmüştü.
Kate dönüp duran siyah yıldızlar görüyordu. Bisikleti yanına düşmüş, sert asfalt yolda paramparça olmuştu. Kate bir uyuşma hissetti ve daha sonra burnuna kan kokusu geldi.
Ama acı hissetmedi. Çok kötü bir durumda olduğunu biliyordu. Hareket edemeyecek kadar kötüydü. Ama hiçbir şey hissetmiyordu.
Kate’in kafası yanına düştü ve bakışları uzakta parıl parıl parlayan okyanusu buldu. Sanki uzun bir tünelin sonundaymış gibi, Kate fren yapan araçların, açılıp kapanan kapıların ve bağıran insanların seslerini duyuyordu. Benzin, lastik ve metal kokusu alıyordu ve bir şeyler yanıyordu.
Daha sonra, bütün bu kargaşa içerisinde, Elijah’ın yüzünün hemen önünde belirdiğini gördü ve onun kollarına düştüğünü hissetti. Bir şeyler söylüyordu, ama Kate ne dediğini anlamıyordu. Yüz ifadesi çok yoğundu ve paniklemişti.
Ve görüşü kapanmadan önce, Elijah’ın iki yanındaki kesici dişlerin uzadığını gördü. Hareket bile edemiyor, bağıramıyordu. Ama boynunda keskin, sıcak ve ıslak bir his duydu, bundan emindi.
Daha sonra tüm dünya karardı.
BEŞİNCİ BÖLÜM
Kate’in farkına varabildiği ilk şey elektronik bir bipleme sesi oldu. Daha önce ölüm hakkında pek düşünmemişti, ama ölümün sesinin böyle bir şey olduğundan emindi. Az sonra Bunun yanında başka bir ses de duyulmaya başlandı: bir cızırtı. Daha sonra da ileriye doğru gittiğini hissetti.
Tekerlekler, diye düşündü. Bir sedyedeyim.
Daha sonra çamaşır suyu ve deterjan gibi aşırı temiz ve garip bir koku geldi.
Hastanedeyim, diye düşündü.
Daha sonra ölü olmadığını anladı. En azından şu an için.
Kate boğazında bir şey hissetti ve ara sıra koluna bir şey batıyordu. Acıtmıyordu ama rahatsız ediciydi. Elini kaldırmaya çalıştı ama yapamadı. Yukarıdan garip sesler geldiğini duyuyordu, sanki insanlar suyun içinde konuşuyormuş gibiydi. Saniyeler geçtikçe sesler daha net seçilir hale geldi ve nazı sesleri ve kelimeleri seçmeye başladı.
Birisi,” Bu bir mucize,” dedi. Bu tanımadığı bir sesti.
Başka bir ses, “Daha önce böylesine büyük bir kazadan sonra iyileşen kimse görmedim.”
İlki, “Test etmek için anne ve babası izin verir mi bilmiyorum,” dedi. “Çünkü onu oradan kaldırdıklarında dümdüz yatıyormuş, daha sonra birden nefes almaya başlamış. Elektrik şoku uygulamaya bile zaman kalmamış.”
Kate karavanla çarpışmasının üzerinden ne kadar zaman geçtiğini merak etti. Acaba hastaneye daha yeni mi gelmişti, yoksa komada yıllar mı geçirmişti? Bu ikinci düşünceden panikledi. Ya on yedinci doğum gününde bilincini kaybedip de otuzuncu doğum gününde uyandıysa? Ya da kırkıncı? Ya da sekseninci!
Her birisi çoktan evlenmiş ve çocuk sahibi olmuş Amy, Dinah ve Nicole ile karşılaşma fikrinden giderek daha da rahatsız oldu. Hayatta olduğu için şanslı olduğunu biliyordu, ama herkesin onsuz hayatına devam ettiğini düşüncesi korkutucuydu.
Bir şekilde, sanki yoğun duygularının verdiği güç sayesinde, göz kapaklarını açtı.
Birisi, “Uyanıyor,” dedi.
“Bu imkânsız. O suni komada.”
İlki daha ısrarcı bir şekilde, “Gerçekten!” dedi. “Az önce gözlerini açtı!”
Kate seslerin tonundan bir şeylerin yolunda olmadığını anladı. Kaza esnasındaki hızı, yere düştüğü açı, kafasının asfalta çarpışı – normalde yüzde yüz ölmüş olması gerekiyordu.
Seslerini duyup bütün olasılıkları alt üst ederek hala hayatta olduğunu anlayınca bu onu daha da büyük bir paniğe sürükledi. Gözlerini kırpıştırmaya ve çevresindekileri görebilmeye başladı. Beyaz asma tavan parlıyordu ve her iki tarafındaki doktor ve tıp hastabakıcıların kafası karışıktı.
Başına ne geldiğini sormaya çalıştı, ama dilini tam olarak hareket ettiremiyordu. Ağzında bir şey vardı.
Elini uzatarak doktorlardan birisini tutmaya çalıştı. Hareket ederken bileğinden gelen çizgi şeklindeki bir şeyi fark etti. Bu bir çeşit iğne, serum veya damar yolu gibi bir şeydi. Bunu görüntüsü midesini bulandırdı – hiçbir zaman iğneleri sevmemişti. Kolunda kurumuş kan vardı.