- -
- 100%
- +
Dördüncü bölüm “Doğu Türkistan’ın Kurtuluş Savaşı” başlığı altında, Doğu Türkistanlı; Uygur, Kırgız, Özbek ve Dunganların, Kırgızistan’dan Doğu Türkistan’a gelen basmacı liderlerin yanında Doğu Türkistan’ı Çin’in hakimiyetinden kurtarma mücadelesini konu edinir. Osman isimli bir Kırgız paşanın (General) Kaşgar’ı nasıl fethettiğini, onun Kaşgar’daki iktidarını, Alay bölgesinden gelen Adi Korbaşı’nın Kaşgar’a gelişi ve faaliyetlerini, kendisinin de bu olaylardaki yerini yazar. Doğu Türkistan’ı Çin’in egemenliğinden kurtardıktan sonra Dunganlar ile Türkler arasında çıkan iktidar savaşı da anlatılır. Son olarak, 1934’te Çin’in bölgeye tekrar hâkim olmasıyla, kendisinin ailesiyle birlikte Tibet üzerinden Pakistan’a gelmesi ve 1953’te Türkiye’ye ulaşmasıyla eser sona erer.
İKİNCİ BÖLÜM
TÜRKİSTAN’DAN TÜRKİYE’YE

Hacı Parpi Özgen

Oğlu Tahir Özgen
BİRİNCİ KISIM
İLK YILLAR VE MÜCADELELERİN BAŞLANGICI
Ben Türkistan’da, Fergana Özgen’de doğdum. Kabilem Kırgız Adigine Dunguçtandır. (Coru).11 Tengiz Baydan, Üçbay oğullarındanım. (Tengiz Bay, zengin demektir.) Üçbay, adı zamanında çok zengin olan üç kardeşten gelmektedir. Bunların zenginliğini anlatmak, için, yaşılar, “Üçkardeş bir yerden bir yere göçerken bütün yollar boşaltılırdı” derler. Bu darb-ımesel üç kardeşin büyük hayvan sürülerine, mala, mülke ve nüfuza sahip olduklarını gayet iyi ifade eder.
Ak Nazar, Nazar Kul ve Aiyt Kul adındaki bu üç beyin ahfadı zamanla 60 aile olacak kadar çoğalmıştır. Ben Hacı Parpi Bay, Nazar Kul’un torunuyum. Babam Mehmet İbrahim (Mamatraim) ben üç yaşımda iken ölmüş, on iki yaşına geldiğimde annem ve kardeşim vefat ettiler. Mati12 adında bir binbaşının himayesinde iyi bir eğitim ve itina ile yetiştiğim için 14 yaşımda, Kabilem beni “Köy Kaymakamı” yaptı. Birkaç yıl bu görevle kabileme hizmet ettim. Daha sonra atalarım gibi ticarete atıldım. Durumum onlarınki gibi muhteşem olmadı ama oldukça zengin sayılırdım.
Çocukluk ve ilk gençlik yıllarımı böylece özetledikten sonra gelelim Birinci Dünya Savaşının başlamasıyla değişen dünyaya ve bizim durumumuza:
Bir gün beni Mati Binbaşı yanına çağırdı ve:
– Artık dünya çığırından çıktı. Biz kendi hesabımıza kendimiz için bir çıkar yol bulmazsak kurtulamayız, dedi. Gerçekten kısa bir süre sonra sağımız solumuz baskınlarla harap edilmeye başlandı. Kabilemizden topladığımız birkaç yüz askerle kendi topraklarımızı 1922’ye kadar korumayı becerebildik.
O sıralar Türkistan Fergana’da (Beg) adında aydın Türkistanlılar bulunuyordu. Mehmet Emin Beg, Şer Mehmet Beg, Moydin Beg, Halil Hoca Beg13 ve bunların arkadaşları ünleri her yerde duyulan sayılı Beglerdendi. Begler durmadan Ruslar aleyhine genişletmek için büyük gayretler sarf ederlerdi. Yapılan çarpışmalarda çoğu zaman Ruslar yenilir, yaptıkları hücumlar kendilerine çok pahalıya mal olurdu.
1922 yılında artık bu kavgalar bitmiş, bulunduğumuz mıntıkalar Rusların eline geçmişti. Yalnız Özgen, Gülçö, Alayku14 ve bu civarın bazı bölgelerine kadar olan topraklar bizim elimizdeydi. Yine Rusların sömürdüğü ve Doğu Türkistan sınırı sayılan bu bölgede de huzurumuz yoktu. Gerçi canımıza dokunulmuyordu, ama silahlarımız alınmış, müdafaadan aciz hale getirilmiştik. Bu göz boyama ve sömürme siyasetlerini devam ettirmek için Mati Binbaşıyı adı geçen yerlerden birine vali, beni de Ticaret Başkanı yapmak gibi bir düzene başvurdular. Fakat karşılığında Doğu Türkistan’ın, bu dünyanın en zengin ülkenin altını ve gümüşünü Rus kasalarına aktardılar.
Hudutların bizim elimizde oluşu Rusların fazla ileri gitmesine engel oluyordu. Kimi zaman bir ayda beş yüz hayvan geldiği oluyordu. Fakat biz bu zahiri ilerlemeye oyalanırken Ruslar hazırlılıklarını bitirmiş, amaçlarına ulaşmışlardı. 1925 yılında bir gün aniden Türkistan’ın bütün ileri gelenlerin, iş adamlarının ve aydınların kıskıvrak hapsedilmesiyle beynimizden vurulmuşa döndük. Gözümüz açılmıştı, ama hapsedilenlerin bir tanesi bile geri dönmedi.
Kaybolanlar arasında Mati Binbaşı da vardı. Ben bu haberi öğrenir öğrenmez kaçtım, iki yıl devamlı evimi göz hapsinde tuttular. Ben yakalanmamak için durmadan yer değiştiriyordum. 1926’da Türklerin elinde ne var ne yoksa hepsini toplayıp alan Rusların beni aramaları boşuna oldu. İlkin Özbekistan’a daha sonra Ayım Kışlak’a, en sonra da Oş’a gittim ve birer yıl kaldım.
Benim Oş’ta bulunduğum yıllarda, kabilemin en kudretli Beglerinden biri ve Özgen Valisi olan Canı Beg15 de Ruslar tarafından aranıyor, peşinden asker gönderiliyordu. 1927 yıllarına doğru Canı Beg iyice kuvvetlenmiş ve etrafına mücahitlerini toplayarak bir çete kurmuştu. Yaptığı bütün çatışmalarda Rusları bozguna uğratıyor, peşinden gelenleri yakaladığı yerde öldürüyordu. Rus askerinin ve subayının Canı Beg’ten gözü iyice yılmıştı. Maalesef bu büyük mücahidi yakalamakla görevlendirilen vahşi Rus subayları, kendilerini çok uğraştıran ve yıldıran bu gazinin yerine suçsuz, günahsız Türkistanlıları öldürüyor, hınçlarını halktan alıyorlardı.
Türkistan coğrafi bakımından dağlık bir bölge olduğu için iklimi serttir. Yazları sıcak, kışları çok şiddetlidir. Kış mevsiminin muharebeye elverişsiz olması sebebiyle, Ruslar saldırmak için bunu fırsat bildiler. Karların birbirimizle irtibatı kesecek kadar çok olduğu günler baskınlarını artırdılar. Büyük kayıplar vermemize rağmen dayanıyorduk. Bizim bu cansiperane karşı koyuşumuzdan korkan ve başa çıkamayacağını anlayan Ruslar bu sefer Türkistanlı komünistleri asker yapıp Canı Beg Gazi’yi bertaraf etmek yolunu seçtiler.
Durumun kötüye gittiğini anlayan Gazi adamlarını güçlükle bir araya getirip bir toplantı yaptı. Bu toplantıda Canı Beg Gazi Doğu Türkistan’a geçip Çin Hükümetinden yer istemeyi, verdikleri takdirde hep birlikte oraya göç etmeyi teklif etti. Bunun üzerine Canı Beg yanına seçme adamlarını alarak Doğu Türkistan’a gitti. Haber kısa zamanda Rusların kulağına ulaştı ve dağcı askerlerle komünistler Canı Beg Gazi’nin akrabalarının barındığı, avunmaya elverişli, fakat kışın dört yanı karlarla kaplı, 600 hanelik Kara Şoro yaylasını basıp, zaptettiler. Yazın 10000 Rus askerini bile rahatça püskürtebilecek bu iki yanı da dağlık arazide Canı Beg’in askerleri çok zor durumda kaldılar ve soğuklar sebebiyle müdafaa yapamadılar.
İstilacılar Canı Beg’in topu üç yüzü aşmayan askerlerini çağırarak kendilerine bir şey yapmayacaklarını, fakat Gazi’yi yakalayabilmek için silahlarını teslim etmeleri gerektiğini söyleyerek bir anlaşma teklif ettiler. Askerler mühlet isteyip kendi aralarında bir toplantı yaptılar. Toplantıda Canı Beg’in bir oğlu ve damadı da hazır bulunuyordu. Gazi’nin oğlu savaşmakta ısrar ettiğini bildirdi. Silahları teslim etmenin doğuracağı felaketi anlatarak, şehit düşmeyi daha uygun bulduğunu güç olduğu fikrindeydi. Parasız olduklarını öne sürdü.
Abdullah Beg isminde bir başkası ise Doğu Türkistan’a gidebilmenin kendileri için imkânız olduğu düşüncesiyle derhal teslim oldu. Damadın fikrinden cesaret alıp teslim olanların sayısı yediyi aşmıyordu. Adamları ise çoluk çocuklarıyla birlikte 300 kişiydiler. Bu 300 kişi bağlanıp hapsedildi, malları ellerinden alındı, yalnız çoluk çocuklarına dokunulmadı. Artık Kara Şoro Yaylası zapt edilmişti. Gazi’nin oğlu babasına sadık kalmış, fakat damat sözünde durmamıştı. Canı Beg Gazi Türkistan’da bu haberleri duymakta gecikmedi. Yanındaki 40 kişi ile hemen geri döndü. O’nun geri döneceğini bilen Ruslar yolunu kesmek istedilerse de, emellerinde muvaffak olmaları pek kolay olmadı. Alay, Arpa, Kensay, arka denilen yaylalardan Gazi’ye ve adamlarına aldırdılar. Arazinin dağlık olması Ruslar için dezavantajdı. Üç gün üç gece süren arama ve çarpışmalardan bir sonuç elde edemeyerek ateşi kestiler.
Canı Beg Gazi Rusların geri çekildiklerini sanarak istirahata çekildi. Zaten açlık ve susuzluk başlamış, ayakta duracak kadar bile takatleri kalmamıştı. İki dağın arasında bir geçitte dinlenen Canı Beg Gazi ve adamlarını, buraları iyi bilen Müslüman Komünistler takibediyor ve Rus askerlerine kılavuzluk yapıyorlardı. Canı Beg Gazi’nin civara diktiği nöbetçilerin uyuduğu bir sırada Ruslar hücuma geçip iki nöbetçiyi kılıçtan geçirdikten sonra Canı Beg’in ve adamlarının üstüne bir baskın yaparlar. Gürültüye uyanan Gazi derhal atına atlayıp kurtulmaya çalışır. Peşinden koşan ve silahını teslim etmesini isteyen Rus subaylarıyla bir hayli mücadele eder ve önüne geçenleri öldürerek kaçar. Kaçmasına daha önce pusuya yerleştirdiği boğaz muhafızları da yardım eder, Rusları oyalar. Fakat 150 kişilik silahı askere ancak iki saat dayanan bu iki muhafız, Gazi’nin kurtulmasından az sonra şehit düşerler.
Bu olay Gazi’nin adamları arasında bir moral bozukluğuna yol açar. Şehit olan iki muhafızdan biri Gazi’nin akrabası ve nüfuzlu bir mücahitti. Bir kısım mücahitler O’nu Gazi’den daha çok sever ve sayardı. O’nun ölümüyle her şeyin bittiğini sanıp, mücadeleden vazgeçtiklerini bildirdiler. Gazi’den son bir defa izin isteyip ayrılmayı ve geri dönmeyi planlaştırdılar. Aynı Kara Şoro’dakiler gibi bunlar da Doğu Türkistan’a gitmenin imkânsız olduğu kanaatine vardılar. Ve dediklerini yaptılar. İçlerinden biri Canı Beg Gazi’nin yanına gelip:
– Beg, bizim gerçek başkanımız şehit oldu. İzin ver de artık memlekete dönelim. Der. Onlara izin vermediği takdirde işin kötüye varacağını ve hatta kendisini öldürebileceklerini hisseden Gazi razı olur. Geriye yakın akrabalarından müteşekkil altı-yedi kişilik bir gurup kalır. İşte bu gurup bizim memlekete yani Alayku’ya gelmiştir. Burada birçok vatanperver çeteciler ve mücahitler Gazi’ye yardım ederler. Yeniden kuvvetli bir mücahit kadrosu teşkil edilmiştir ve derhal Rusların intikam almak için hazırlıklara girilmiştir. Yapılan ilk hücumlarda üç-dört kuvvetli Rus Hudut Karakolu basılarak ateşe verilmiştir.
Bu maceralı günlerden sonra 1928 yılının kışı gelip çattı. Bu müthiş bir kıştı ve Ruslar için kaçınılmaz bir fırsattı. Yiyecek, içecek, giyecek adına bir şey kalmamış, hayvanlar bile dağdan şehirlere inmişti. Beg Gazi derhal fazla beklemenin lüzumsuz olduğuna hükmederek adamlarını topladı ve Türkistan’da karı az olan bir bölgeye gitti.
Oş şehrinin hapishanesinde hapsedilen Gazi’nin 300 adamı ise bu sıralarda büyük bir isyan çıkararak, gardiyanları öldürmek suretiyle kurtulup kaçmışlardı.16 İsyan hapishanede Rus Ordusuna ait silahlar bulunduğu haberi üzerine çıkmış ve gerçekten burada emniyet altında sanılan 450 silahın hepsi mahkûm mücahitlerin eline geçmiştir. Bu silahlar isyan eden üç yüz Türkün Oş şehrindeki Rusların teker teker öldürülmesine kâfi gelmiştir. Abdullah Beg Ruslardan temizlenen Oş şehrinden çıkmamakta direnir ve Ruslarla çarpışarak istediğini söyler. Bu kurtulan Türklerin felaketi olur. Hapishane civarına açılan hendeklere mücahitler yerleşir ve pusuya yatarlar, fakat bütün kahramanlılarına rağmen sabaha doğru hava taarruzu başlar ve birçoğu şehit olur. Kalanlar ise cephanesi bittiği için teslim olmaktan başka çıkar yol göremezler. Sabah olunca Oş yeniden Rusların eline geçmiştir.
Bu büyük saldırıya kahramanca karşı koyan mücahitlerin yaptığı akıl almaz savunmayı bir Rus Subayı’nın ağzından dinlemek iyi bir fikir verir:
– Eğer bomba ve zehirli gazlarla değil de onlar gibi silahla cephe harbi yapsaydık, Türklerin yanına yaklaşamazdık bile. Hepsi en az bir kilometrelik yere nişan alır. Bu çarpışmadan Canı Beg Gazi’nin kardeşi Korgan Beg’le birlikte sağ çıkan bir gazi de:
– Ruslar ilkin bize hücum etmekten çekindiler. Cephanemizin tükenmeye başladığı, anda ancak taarruza geçebildiler. Diyerek Rus subayının anlattıklarının mübalağa olmadığını ispatlar.
Yukarıda de belirttiğimiz gibi Oş çarpışmasında sağ kurtulan Canı Beg’in kardeşi Korgan Beg, doğruca ağabeyinin yanına gitti. Gazi O’nu karşısında görünce gözlerine inanamadı. Ve 1929 yılının onuncu ayında Canı Beg askerleri ile birlikte Doğu Türkistan’da Serhat Yoyulgan’da yerleşti. Oğlu Mehmet İbrahim’i oradan evlendirerek Çin tebaasına kaydettirdi. Burada Gazi yeni planlarla meşgulken Molla Osman Eşan adında bir şeyh askerleri tahrik ederek Ruslarla çarpışmaya sevk ediyordu. Heyecanlı Mollanın bu niyetini öğrenen Gazi birgün:
– Hocam, Ruslarla savaşmayı hepimiz isteriz, ama mevsim kış. Bizi kolayca perişan ederler. Dağdaki geyik şehirde yaşar mı? Diye nasihatte bulunursa da dinletemez.
– Korkuyorsan, yıldıysan sen rahatına bak. Ben gidip çarpışacağım ve şehit olacağım. Diyerek inat eder.
Şeyh dediğini yapar ve yanına Gazi’nin oğlu Töre Bay adında kahraman bir mücahiti de alıp, yola çıkar. Dört-beş gün sonra karasu, Korgantrepe, Sopakışlak’ı geçip şehre ilerler ve içinde 200 çocuk bulunan bir okulu ateşe verirler. Bu olay üzerine Ruslar derhal harekete geçip Şeyhi ve adamlarını kıskıvrak çevirir ve imha ederler. Kaçabilen on iki kişi Sarıkula vasıl olur. Kurtulanlardan Töre Bay Sarıkul’a gelirken Rusların bir oyununa kurban gidiyor. Kendisine Şeyhin ölmediğini ve bir evde gizli olduğunu söyleyen birkaç kişiye kanıp dedikleri yere gidiyor. Fakat birden bir makineli tüfek ateşi başlıyor ve Töre Bay ağır yaralı olarak kurtulmayı beceriyor. Açlık ve soğuktan başka bir de yaralı olmak Töre Bay’ın gücünü iyice kesmiştir. Kurtuluş çaresi olmadığını anlayınca askerlerini çağırıp:
– Şuraya bir oyuk açın: emerini verir. Açılan oyuğa giren Töre Bay kürkünü üstüne çekip arkadaşlarıyla helâlaştıktan sonra kendisini bırakıp gitmesini söyler. Mücahitler ister istemez O’nun dediklerini yerine getirmişler ve babasına ancak selamını iletebilmişlerdir. Ağlaya ağlaya yola koyulan bir avuç mücahit, ancak 4 gün sonra Doğu Türkistan’a gelir. Yarı ölü halde kendilerini evlerine zor atarlar.
Beg Gazi durumu öğrenince üzülür. Fakat bu söz dinlememenin cezasını yalnız onlar değil bütün Türkistanlılar çekmişlerdir. Ve fevci günler yeniden başlar. Yalnız ve askersiz kalan Gazi’yi Çin Hükümeti yakalayarak Kaşgar’a götür. Bereket ki Gazi Ruslara teslim edilmez, kısa bir süre sonra Hotan’a gönderirler.17 Nitekim çok az bir zaman sonra Rus Hükümeti Çin’e baskı yaparak, Gazi’nin kendilerine teslim edilmesini ister. Çin Hükümeti Gazi’nin öldüğünü bildirerek Rusların talebini yerine getirmiştir. Hatta başka bir ölüyü merasimle gömdürüp Rusların iyice kanaat getirmeleri sağlar.
Bu mevzuda Gazi’ye en büyük yakınlığı gösteren Ho-tan Dotayı olmuştur. Dotay Gazi’yi bizzat evinde saklamış, iaşe ve ibatesiyle meşgul olmuştur. Gazi bundan sonra 1933 yıllarında rahmetli Mehmet Emin Buğra’nın yanına geçip Doğu Türkistan’ın istiklal savaşında büyük yararlıklar göstermiştir.
Hotan, Kargalık, Yarkent O’nun önderliği ile istiklaline kavuşmuştur. Canı Beg Kaşgar’a 250 askerle gelmiştir. Kaşgar’da bir süre dinlenirken bir dedikodu yayıldı: Güya Kaşgar’da Osman Paşa Gazi’yi yakalatıp, göz hapsine atmıştır. Fakat bunun asılsız olduğu birkaç ay sonra anlaşıldı. Çünkü Gazi çoluk çocuğu ile Pamir’e, Pamir’den de Hindistan’a geçti. Orda Gilgit’in bir bucağı olan İşkanan’da yerleşti. Gazi eceli ile ölmüştür. Damadı Gökçen Bay’da orada eceli ile öldü. Ahfadı şimdi orada yerleşmiştir.
İKİNCİ KISIM
KENDİ YAŞADIKLARIM
1927’de her şeyimi bırakarak Ayımkışlak’a18 sığındım. Bir yıl orada, bir yıl da Oş’ta kaldım. 1929 yılında Mati Binbaşı ile Yusuf Bay Gazi Sibirya’ya sürülmüştü. Beni de yakalayabilmek için peşime adamlar takmışlardı. Takip edildiğimin farkındaydım. Hiçbir arkadaşımla irtibatımı kaybetmiş değildim. Devamlı olarak mektuplaşıyordum. Bu sıralar Özgen’den Kayıp Pansat bir gece bir Rus kasabasını basarak bir hayli silah ve cephane elde etti ve çete kurdu. Ben de Oş’tan Gülçö yaylasına inerek Adi Pansatlarla işbirliği yaptım. Bir teşkilat kurduk. Gülçö Kırgızistan’ın bir kazası idi.
Amacımız Ruslarla sahte bir dostluk kurup, onlardan intikam almaktı. Dediğimizi yaptık. Bir Pazar günü bizim arkadaşlarla Rus büyüklerini yemeğe çağırdılar. Lokantada verilen ziyafete oldukça kalabalık gelmişlerdi. Aradan bir az vakit geçti, sessizce lokantaya girdik ve Rusların davranmalarına bile fırsat vermeden işimizi bitirdik. Ancak iki tanesi lokantadan kaçıp kurtulduysa da kısa süre sonra izlerini bulduk ve saklandıkları evle birlikte diri diri yaktık.19
Uçsuz günahsız kadınlarımız, çocuklarımızı boğazlayan Ruslarla ders vermeyi çok arzuluyorduk. Gülçe’yi ateşe vererek intikamımızı almış olduk. 150 kadar silah ve bir hayli de cephane toplamıştık. Fakirin fukaranın elinden zorla aldıkları giyim eşyalarını geri aldık ve ihtiyacı olanlara dağıttık. Bir kısmını da kendi aramızda paylaştık. Bülölü’ye gelmiştik ki akabinde Ruslar buraya da hücum ettiler. Havadan saldırıyorlardı. 1930 yılında çoluk çocukla birlikte Doğu Türkistan dağlarına çekilmek zorunda kaldık. Sonra yeniden Türkistan’a inip Kurşap Merkezine yeni bir baskın düzenledik. Ama baskını daha önceden haber alan Rusların zorlu mukavemetleriyle karşılaştık, bu çarpışmada cephane ve silah yağma edemedik.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
1
“Barpi’nin Farsça “Berfi” (kar) sözcüğüyle ilişkili olmalı. “Kar”, “karsıl”, “kar gibi”, “ilk kar tanesi” gibi anlamlara da tekabül edebilir. Özellikle kışın doğan çocuklarda kullanılan bir isimdir. Oş-Celalabad bölgesinde f’ler p/b’ye dönüştüğünden “Berfi” Parpi’ye dönüşmüş olabilir. Buna ek olarak, “Barpık” kelimesi aynı bölgede “titrek” demek. Bebekliğinde hastalanmışsa ve titremeleri olmuşsa bu ismin kullanılmış olması muhtemel.” Kelime kökenine açıklama getiren Orta Doğu Teknik Üniversitesi Modern Diller Bölümünden Öğr. Gör.Dr. Uğur Köroğlu’na teşekkür ederiz.
Anadolu Türkçesindeki “hastalanan insanları ocak denilen kimselerce, ev ilaçlarıyla ya da okuyarak iyileştirme işlemi” ve “çok üşümüş kimseyi, sıcak ve kuru bez, havluyla ısıtmaya çalışmak” anlamlarına işaret eden Harun Özgen’e teşekkür ederiz.
2
– Verilen malumatın doğrulunun temini için arkadaşlarım Abdülkadir İnan, Kocağolu Osman, Andullah Taymas mücahitlerden Şir Mehmet Bek ve Kırgız rehberi Parpi Hacı gibi hadiselere bizzat karışan zevata okutuldu. Önsoz.
– İhitiyar Muhaç da bunun bir nüshasını ve Kaşgar tarafına geçmelerine tasfiye eden mektubumu Kırgızların baş mücahidi Parpi Beke Fergana Özkend dağlarına götürüp ondan da at üzerinde oturan resimini ve selamlarını Başkurdistan’a döndü. Sonra biz Parpi Hacı ile Türkiye’de buluştuk. Khoten, Tibet ve Hindistan yolu ile gelmişti. Hayatı akıllı bir kahraman destandır. Zeki Velidi Toğan, Hatıralar. Türkistan ve Diğer Müslüman Doğu Ülkelerinin Milli Varlık ve Kültür Mücadeleleri, İstanbul. 1969. Önsöz ve 234 sayfa.
3
C. Bötönöyev, “Tüştük Kırgızistandagı Masalık Kollektivdeştirüü Saysatı: XX – kılımdın 20-40 – cıldarı. Kanditaskaya dissertatsıya. (Dktora tezi)., Z. Altımışeva; “1920-cıldardın ayagı, 1930-cıldardın başında Kırgızstandın tüştügündögü basmaçı kıymılı” (Yeni arşiv belgeleri) 2009, No 1. s.7., “1930- cc. Kırgızstandan Kıtayga emigratsiyalık Kıymıldar”, Manas joornal of social studies. Vol. 4. No 1. 2015. “ Kırgızistan’da Basmaçı hareketiyle İlgili yeni Bilgiler (1925-1934). Biligdergisi. Sayı 82, 2017, ss. 96-116., . A. Arstanov. “sovet BiyligininAgrardık Sayasatına Karşı Kırgı Dıykandarının Küröşü1. İzvestiye vuzov. No 9, 2011. s. 158-160. Tagayev. M. “Kulaktar”, “Basmaçılar” cana “Üçiltik” // Kırgızstan Madaniyatı. 1992. No. 49.
4
Şer Muhammed, “Hatıralar”. Türkistan Sesi dergisi. 1956-1957. Ankara
5
Hasan Oraltay, “Hürriyet Uğurunda Doğu Türkistan Kazak Türkleri,” İstiklal Matbaası, İzmir 1961.
6
Halife Altay “ Anayurttan Anadolu’ya”, Ankara, 1998. TC Kültür Bakanlığı yay.
7
İsa Yusuf Alptekin “Mücadele hatıraları.” İstanbul 1985. Doğu Türkistan Neşriyat Merkezi.
8
Zeki Velidi Togan, “Hatıralar, Türkistan ve Diğer Müslüman Doğu Ülkelerinin Milli Varlık ve Kültür Mücadeleleri”, İstanbul, 1969.
9
Çağatay Koçar, “Atayurttan Anayurda Türkistanlılar” Adana, Ekrem Matbaası.
10
Hacı Parpi Özgen, “Türkistan’dan Türkiye’ye Hatıralar”, Konya, Yeni Kitap Basımevi.
11
Kırgız Türkleri 40 boydan oluşmaktadır. Coru bu 40 boydan biridir. Çoğunlukla Kırgızistan’ın güneyinde, Fergana vadisinin doğusunda, dağ eteklerinde yaşarlar.
12
Mati Binbaşı Kırgızistanlı tarihçi C. Bötöneyev’in arşiv araştırmalarıyla yayınladığı eserlerinde Alay, Kara-Kulca bölgesindeki itibarlı Mati Binbaşı’nın Sovyet Hükümeti tarafından sürgün edildiğini belirtmiştir. Bu hatıratın da sonraki bölümlerinde Mati Binbaşı’nın sürgün edilmesi geçer. Bötöneyev, C. “Keneş Ökmötünün Kırgızstandagı Kalktın Kaymaktarına Karşı Sayasatı: Cürüşü cana Kesepetteri (XX kılımdın 20-30-cıldarı)” Oş Devlet Üniversitesi Dergisi s. 52-59. 2020.
13
Bu begler 1918-1922’ler arasında Fergana vadisindeki Basmacı Hareketinin en önde gelen lider ve korbaşılarıydı. Şer Mehmet Beg dışındakilerin hepsi 1922 yılına kadar Bolşevikler tarafından öldürülmüştür. Şer Mehmet Beg ise 1970’de Adana, Türkiye’de vefat etmiştir. Ali Bademci, Basmacılar, İstanbul, 2017, s. 333
14
Bu yerler günümüzde Kırgızistan’ın güney doğu bölgesinde yer almaktadır.
15
Canıbek Kazı – Canıbek Kadı, Doğu Fergana’da Sovyet Hükümetiyle en uzun süre savaşan basmacı lideridir. Basmacılar Hareketinin her iki dönemine de katılmış ve her iki dönemde de baş lider, korbaşı olmuştur. Kendisi zamanında bölgesinin yöneticisi ve Kadısı olmuştur. Kadı kelimesi Kırgızlarda Kazı olarak söylenir. Bu yüzden hatıratta Kazı diye geçer, ancak basımda bu kelime Gazi olarak değişmiştir. Canıbek Kadı hakkında Kırgızistan’da yapılan araştırmalarda, babalarının soylu bir tüccar olduğu, kendi çiftliğinin olduğu, medrese ve camilere yardım etmesinin bahsi geçer. Özgen’de Ak-Car ilçesinin kaymakamı, kadısı olmuştur. Onu sadece Özgen, Oş değil, bütün Fergana, Kaşgar tarafı tanımış, bu bölgelerin beyleri onun fikrine önem vermiştir. Ekim devrimine kadar Oş eyaletindeki kaçakçılığı kontrol altında tutmuştur. Önce Sovyet hükümeti ile işbirliği yapmış, ancak sonra Sovyetlerin yanlış politikaları karşısında durarak onlara karşı çıkmıştır. Canıbek Kadı Kırgız-Özbek halkının kardeşçe yaşamasını sağlamıştır. O basmacı değil, kendi halkının özgürlüğü için, topraklarının bağımsızlığı için mücadele eden bir kahramandır. Ne var ki Sovyetler döneminde arşivlere Sovyet Hükümeti sınır muhafızlarının can düşmanı, basmacılar hareketinin lideri, zorbalıkla halkı korkutan çete başı, başka birkaç basmacı liderle Sovyetlere kaşı savaşan bir şahıs olarak kaydedilmiştir. Onun 400 askeri olmuştur ve halkı yağmalamıştır. Canıbek Kadı Sovyetlerin sınır muhafızlarını, casuslarını, hükümet taraftarlarını acımasızca öldürmüştür. Sovyet ordusuyla 20 dan fazla çatışma yaşanmıştır. Baybolot Abıtov, Canıbek Kazı kim bolgon? Eldin adamıbı je keneş ökmötünün, öz elinin düşmanıbı? Kırgız Tuusu gaztesi. (kyrgyztuusu.kg)
16
“Oş zindanları tam anlamıyla bu dünyanın cehennemiydi. Güneş ışığının girebileceği en ufak bir delik yoktu. Basık, karanlık ve oldukça rutubetliydi. Mahkûmlar ya “Basmacı” ya da zanlısı idi. Kadı’nın 300 yiğidi, ailesi ve diğer yakınları da buradaydı. 300 yiğit Temmuz 1927’den beri bu cehennemde çile dolduruyordu. Oş zindanında, mahkûmlara günde bir öğün çamurlu patates çorbası veriliyordu. Karanlık ve rutubetten kimse birbirini bile göremezdi. Açlıktan ziyade, rutubetin getirdiği körlük herkesin şikayet konusuydu ama aldıran da yoktu. Zindan, 22 odadan meydana geliyordu. Her odada 100 esir ve önünde de 2 silahlı nöbetçi bulunuyordu. Asıl “Basmacılar” 4 iç odadaydı. Gözü dönük 8 yiğit daha iç odadaydı. Bunlar: Abdullah, Tölen, Korgan, Koş, Düşünbe, Ömer, Kasım ve Osman korbaşılardı. Rahat durmayan mahkûmlar da bu 8 yiğitti… Devamlı surette kaçma planı yapıyorlardı. Kaçma fırsatını da, mahkûmiyetlerinin 10. ayında dışarıya güneşlenmek için çıkarıldıkları zaman elde ettiler. Dışarıya çıkartılırken, birçok nöbetçiyi boğarak öldürdüler, çoktan söktükleri zincirleri bir tarafa atarak, diğer mahkûmları da aynı şekilde çözdüler. İsyan başlamıştı. Öldürülen nöbetçilerin silahları ile damda bulunan diğer nöbetçiler de temizlendikten sonra, esirler, toplu halde silah ve malzeme deposuna hücum ettiler. Depoyu tamamen boşaltarak, silahlandılar. Artık kurşunlar rastgele sıkılıyor ve zindan sallanıyordu. Sabahın gün doğumundan, akşamın karanlığına kadar, Bolşevikler ile tutsak mücahitlerin mücadelesi aralıksız devam etti. Silah seslerine zindan etrafında birçok ahali ve çevre karakollara mensup kızıl asker, vuruşma veya temaşaya geldi. Hava karardığı zaman, tutsak mücahitler kaçmaya niyet ettiler ise de, her taraf yağlı bez ışıklarıyla aydınlatıldığından mümkün olmadı. Ertesi gün, iki helikopter, havadan yardıma yetişti. Her taraf sarılıydı. Kurtuluş kolay değildi. Zindanın doğusu bir uçurum meydana getiren dere, diğer yönler ise kalın ve sık dokulu tel örgü ile kaplıydı. Aklın alamayacağı mücadelenin üçüncü gününde, mücahitler dereye atlayarak kaçmayı denediler. Dere aşılabilirse kaçmak mümkün olabilecekti. Çünkü akla gelmediği için bu yönde tedbir alınmamıştı. Öyle oldu: en evvel Osman Bek 25 m. yükseklikteki duvardan kendini dereye attı. Fakat, yaylım ateşi ve atlayışın hızı onu dereye paramparça olarak bıraktı. Her şeye rağmen, ardından, Korganbek atladı. Osman Bek’in vücut parçalarını siper ederek çeyrek saat derede yaşayabilen Korgan, elindeki makineli ile 10 kadar kızılı daha öldürdükten sonra, yıldırım hızıyla kaçmayı başardı. Fakat, sonu yoktu. Her atlayan önce kurşunlandı, sonra da derenin bulanık sularında boğuldu. Daha sonra da, sağ kalanlar kurşuna dizilerek aynı dereye atıldı.” Ali Bademci, Basmacılar, İstanbul, 2017, ss. 347-348.